Gassal
TRT’nin dijital yayın platformu için yaptırdığı “Gassal”, hem konusu hem de mesajının toplumda gördüğü karşılık itibarıyla ilgiyi hak eden bir dizi.
Ölüm, hastalık, savaş gibi ciddi, trajik, üzücü, rahatsız edici veya hassas konuları mizahi bir şekilde ele alan komedi türüne “kara komik” yahut “kara mizah” deniyor.
Gassal dizisini de kara mizah olarak tasnif edebiliriz.
Küçük, sakin ve iddiasız bir Anadolu kasabasında yaşayan yalnız, depresif ve takıntılı bir gassalı canlandıran Ahmet Kural güçlü oyunculuğuyla diziyi sırtlamış.
Dizide, hayırsız bir baba ve erken yaşta ölmüş bir annenin tek çocuğu olan gassal Baki’nin, kaza, cinayet, ölüm, ceset, morg, teneşir, kefen, tabut, defin ve mezarla haşır neşir ola ola bozulmuş psikolojik dengesi, depresif ruh hali anlatılıyor.
Adeta hayatın tüm renklerinden tiksinir hale gelmiş olan Baki, arkadaşlarıyla sosyalleşerek, çevresindekilere yardım ederek ve evlenecek bir eş arayarak bu karanlık ruh halinden kurtulmaya, hayata tutunmaya çabalıyor.
Kahramanın ismi özellikle seçilmiş: “Baki”, kelime anlamı itibarıyla “kalan, varlığını sürdüren, sonlu ve ölümlü olmayan” demek.
İlk sezonda olmadı ama belli ki bu dizi Baki’nin içine düştüğü karamsarlık çukurundan çıkıp kurtulmasının, “hayatta kalmasının” hikayesini anlatacak.
Dizi başlarken neşeli bir çocuk korosunun söylediği şarkının sözleri Baki’nin her daim asık suratı ile bir kontrast teşkil ediyor: “İsterim ki sokakta asık suratlı kalmasın, Büyükler büyüdükçe gülmeyi unutmasın, Hayat gülünce çok güzel”.
Her bölümün sonuna yerleştirilmiş ağdalı, ağlak, acı, umutsuzluk ve çaresizlik dolu arabesk parçalar, sanıyorum sonraki sezonda yerlerini daha neşeli eserlere bırakacaklar.
Baki karakteri gerçekçi mi tartışılır ama kesinlikle psikolojik açıdan sağlıklı bir karakter değil!
İşi gereği hemen her gün ölü yıkayan, insanların öldükten sonra hiçbir şey hissetmediklerini bizzat gören, hatta manzaralı mezar yeri seçmeye çalışan, ölülerini küs olarak öldükleri akrabalarının yanına gömdürmemeye uğraşan kimselerle hafiften dalga geçen rasyonel bir adamın “ölünce beni kim yıkayacak” diye kuruntular geliştirmesi ruhi bir rahatsızlığa işaret ediyor.
Böyle bir adamın öldüğünde üzerine dökülecek suyun kaç derece olacağını düşünüp dertlenmesi normal değil.
Senarist Sümeyye Karaaslan, örselenmiş bir ruhun sevgiyi keşfederek şifa bulmasının güzel hikayesini anlatacakken vahim bir hataya düşüyor: O marazi ruh halinde birtakım hikmetler vehmediyor!
Gassal üzerinden kapitalizme, tüketim toplumuna ve çağdaş hayata yönelttiği, örtülü pasif-agresif eleştirilerin çıkış noktası da hayli sorunlu: “Hayattan zevk almamalıyız çünkü öleceğiz!”
Gassal, kendisine sahte bir gülümsemeyle ve çeşitli oyunlarla “organik pamuk ve gül suyu” satmaya çalışan dükkân görevlisinden ya da evinin önüne ailesi için bir yüzme havuzu yapmaya kalkan arkadaşından aşırı rahatsız oluyor.
Kurumsallaşmaya çalışan belediyenin memuruna kızıp onu birincil ilişkiler üzerinden iletişim kurmaya davet ediyor.
Hediye olarak aldığı tel tokanın modasının çoktan geçmiş olduğunu fark edip üzülüyor.
Değişimden ürken, içinde yaşadığı (ama senkron tutturmakta zorlandığı) zamandan nefret edip sürekli geçmişe dönmek isteyen bir kasabalı Baki.
Dâhil olup bir ucundan tutamadığı hayatın renklerine düşman olması, mutlu aile manzaralarına tahammül edememesi, küçük çocukların seslerinden, hatta varlıklarından bile huylanması, evine bakmaması, bahçesinin çöplüğe dönmesine seyirci kalması aslında ağır depresyonunun tezahürleri.
Ama dizide bunlar hasta bir kafanın hezeyanları mı, münzevi bir dervişin faş ettiği hakikat sırları mı karışıyor.
Dizi, “iyileşmeye çalışan bir hastayı” anlatırken kazandığı irtifayı, “hastanın marazi haline” birtakım hikmetler atfederek kaybediyor.
Hayatta, bir varlık gösteremeyen insanları, aslında kusurlarıyla, marazlarıyla, yetersizlikleriyle bizzat kendilerinin bir varlık olduğunu söyleyerek “pohpohlamak” sanatçının değil siyasetçinin işi.
Arabesk depresyonlarımızın içinde hikmet aramakla, topraklarımızda petrol aramak arasında paralellikler var.