Takım elbise ve kravat sanırım işe yaradı…
Muhtemelen kendilerinin bile beklemedikleri bir hızla Şam’a ilerleyip iktidarı ele geçiren HTŞ liderliği daha ilk günlerinden itibaren dünyaya IŞİD ya da El Kaide olmadıklarını, geçmişleriyle bağlarını koparttıklarını göstermeye çalıştı. Suriye’de yeni bir Taliban rejiminin kurulacağını düşünenlerin endişelerini gidermek için ellerinden geleni yaptı.
Uzlaşmacı bir siyasi üslup benimsedi, provokasyonlara kapılmadı, kuracakları rejimin kapsayıcı olacağının altını eylem ve söylemleriyle çizdi. Hepsinin ötesinde de görüntüsüne önem verdi. Dünyaya biz aslında sizden farklı değiliz demeye çalıştı. Eski başbakana görev devir teslimi için giden korumaların giydiklerinden Ahmed eş Şara’nın kıyafetine kadar her şey iyi düşünülmüş ve belli ki bir mesajın iletilmesi amacıyla tasarlanmıştı.
En radikal görsel mesaj ise Hakan Fidan’ın Şam ziyareti sırasında verildi. Şara takım elbise ve kravatla Türkiye Dışişleri Bakanı’nı sembolik bir yerde ve sembolik bir duruşla kabul etti. Türkiye’den ve dünyanın başka yerlerinden bakanlar bu sembolizmi magazinleştirmeye, kravat, elbise ve ayakkabının markasına, hatta renk uyumuna indirgemeye kalksa da mesaj aslında verilmiş, üstelik de kabullenilmişti.
Çok geçmeden Amerika ve Avrupa’dan temas ve ziyaretler artmaya, daha da önemlisi kanaat önderleri, akademisyenler, düşünce kuruluşu çalışanları Suriye’nin geleceğinin inşası için önemli sayılabilecek tespitlerde bulunmaya başladı. Tespitlerin hepsi isabetli olmasa da ağırlıkla üstünde durdukları konu Suriye’ye bir şans verilmesi, Esad rejimi için konan ambargoların kaldırılması ve Amerika’nın askerlerini geri çekmesiydi.
Belki kravat ve takım elbise görmeseler de aynı şeyleri söylerlerdi. Ama “kıyafet” bence söylemi çabuklaştırdı, kanaati pekiştirdi. New Orleans’ta 15 masum insanın hayatına mal olan IŞİD ilintili gibi duran saldırı dahi bu kanaatin değişmesine yol açmadı. Seçilmiş Başkan Trump sosyal medya mesajında Suriye siyasetlerinin doğruluğunu değil göç politikasının yanlışlığını vurguladı. Aklı başında kimse de Suriye’yi başlarına yıkalım demedi.
Tam tersine Foreign Affairs’de çıkan bir yazıda Amerika’nın 2 bine varan askerini yeni rejimin vereceği bazı güvenceler karşılığında çekmesi istendi. Ki bu güvenceler rejim tarafından zaten verilmiş, silah bırakan daha doğrusu milli orduya, komuta kontrol mekanizmasına katılacak YPG unsurlarının korkacakları bir şey olmadığı pek çok fırsatta tekrarlanmıştı. Ayrıca Türkiye de Dışişleri Bakanı’nın ağzından benzeri taahhütleri vermişti.
Görünen o ki, yeni Suriye rejiminin akılcı, kapsayıcı ve intikam peşinde koşmaz politikaları görsel mesajlarla da birleşince hedefine ulaştı. Yakında ‘de jure’ tanımaların başlaması, diplomatik temsilciliklerin açılması, ambargoların ve ipoteklerin kalkması sürpriz olmaz. Steven Simon ve Joshua Landis’in sözünü ettiğim Foreign Affairs makalelerinde vurguladıkları gibi Amerika bölgenin istikrarı ve ülkenin geleceği için adım atmak, yeni bir politika belirlemek zorunda.
HTŞ’nin zaferi onların da amaçlarına ulaşmasına, İran’ın devre dışı kalmasına, Rusya’nın Suriye üstündeki etkisinin neredeyse sıfırlanmasına yol açtı. IŞİD’le mücadele yeni rejimin asli görevlerinden biri olacağına, mahkum ve ailelerinin gardiyanlık sorumluluğunu PYD’den devralacağına göre de artık Deirizor ve Haseke’deki gaz ve petrol gelirinin bu örgüte bırakılmasına, Suriye’de asker bulundurulmasına gerek yok.
Her ne kadar Washington’daki bazı hayalperest ve macera sever senatörler aksini düşünse de eski politikalarını sürdürmeleri, PKK/PYD’yi koruyucu şemsiyeleri altında tutmaları, onları yeni rejimle uzlaşmaktan caydırmaları olsa olsa Türkiye ve Suriye ile ilişkilerinin gerilmesine, İran’ın değilse dahi Rusya’nın yeniden siyasi zemin kazanmasına yol açar. Ülkenin istikrara kavuşmasını engeller. İstikrarsızlık da Simon ve Landis’in endişe ettiği İsrail ve Türkiye angajmanını arttırır.
Gerçekçi olursak iki devlet de algıladıkları tehditler nedeniyle kendilerini daha ileride konumlandırmaya, önleyici müdahalelerde bulunmaya çalışır. Türkiye ülkenin kuzeyinde kurduğu tampon bölgeyi konsolide etmek, İsrail Golan’da kalıcı olmak için çaba harcar. Türkiye ancak tüm ülkenin kendisi ve ülkesinden dönecek mülteciler açısından güvenli olduğuna inanırsa güvenli bölgelerden çekilir. Benzeri normal şartlar altında İsrail için de geçerlidir.
İsrail meselesini bir başka yazıya bırakarak ben 2.0 Trump Amerika’sının 1.0 sürümünden farklı olarak bu kez çıkarlarını korumak için askeri bürokrasisinin hezeyanlarını ve macera hevesli senatörlerinin çıkışlarını dikkate almayacağını düşünüyorum. Şartların bu denli değiştiği bir ortamda eski alışkanlıklara bağımlı kalmak anlamlı değil. Ayrıca asker çekilmesi ve Amerika’nın ülkede yapıcı rol oynaması için yapılan çağrılara kulak tıkamak da zor.
Yeter ki yeni rejim ve Türkiye -görsel olanlar da dahil- verdiği mesajları vermeye devam etsin, kimsenin aklında kuşku kalmasın, PYD/PKK Amerika’nın güvenlik sağlayıcısı olarak görülmesin. Türkiye de değişsin, dünyadaki negatif algısını yapacağı reformlarla, hukuk alanında atacağı adımlarla, sembol davalarda vereceği kararlarla olumluya çeksin. Biz de rahat edelim, bize dışarıdan bakanlar da rahat etsin. Çıkarlarımız da daha kolay korunsun…