İmralı görüşmesi demokratik anayasanın da yolunu açar mı?
Herkesin de malumu olduğu üzere son dönemde özellikle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş tarafından ısrarla yeni anayasa konusu belli aralıklarla gündeme taşınıyor.
Bugüne kadar ciddi anlamda bir mesafe kaydedilemediği için yeni anayasa meselesi pek ilgimi çekmiyor, toplumun da ilgi alanında olduğunu sanmıyorum. Ama her şeye rağmen tartışılmasının yararlı olduğu kanaatindeyim.
Peki Türkiye’nin demokratik ve özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacı yok mu?
Elbette var, kim vesayetçi zihniyetten arındırılmış, sivil ve demokratik bir anayasa istemez ki… Ancak bizim esas sorunumuz, mevcut anayasaya bile uymuyor oluşumuz. Doğal olarak böyle bir ortamda, kimsenin uygulanmayacak yeni bir anayasa beklentisi içinde olması da düşünülemez.
Ancak Türkiye’de gündem o kadar hızlı değişiyor ki bir hafta önce konuşulması anlamsız olan bir mesele, bir anda gündemin merkezine oturuveriyor.
Suriye’deki Baas rejiminin yıkılışının üzerinden henüz bir ay bile geçmedi, şimdi orada Türkiye’yi de yakından ilgilendiren yeni bir dönem başlıyor.
Türkiye’de ise Devlet Bahçeli’nin, Meclis açılışında DEM’lilere el uzatmasıyla başlayıp Öcalan’ı parlamentoya davetiyle devam eden süreç, DEM milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’ın İmralı ziyaretiyle bambaşka bir iklime evriliyor.
İşte şimdi bu yeni iklim, Türkiye’nin önünde yeni bir imkan kapısını aralamış bulunuyor. Eğer doğru adımlar atılabilirse, belki de demokratik ve özgürlükçü bir anayasaya giden yol da pekala açılabilir.
Nitekim Bahçeli’nin çağrısına uyan DEM heyeti İmralı’ya gitti ve Öcalan’la dört saat süren bir görüşme yaptı. DEM’in dün yaptığı açıklamada Öcalan’ın çözüm konusundaki görüşü aynen şöyle: “Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim. Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerek de siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım.”
Görüldüğü gibi süreç giderek ete kemiğe bürünmeye başlıyor. Muhtemelen bundan sonraki süreç, Öcalan’ın çağrısının önünü açacak olan yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesiyle daha da netlik kazanacak. Bilindiği gibi “kitabın ortasından konuşacağım” diyerek çağrıda bulunan Bahçeli, “Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, ‘Umut Hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın” demişti.
Öcalan Meclis’e gelmedi ama DEM milletvekilleriyle konuştu ve çağrı yapmaya hazır olduğunu söyledi. Bundan sonra süreç nasıl ilerleyecek, hep birlikte bekleyip göreceğiz.
Şimdi adım atma sırası siyasi iktidarda… Doğrusu iktidar açısından hiç kolay bir süreç değil, öncelikle güçlü bir irade ortaya koyması gerekiyor. Mesela, Öcalan’ın ev hapsine çıkmasını da sağlayacak ‘umut hakkı’ konusunda yasal bir düzenleme yapabilecek mi? Dahası binlerce DEM partili cezaevinde, kayyım atmaları tam gaz devam ediyor. Hal böyleyken ‘güven ortamı’ nasıl oluşacak, doğrusu bütün bunlar soru işareti…
Bir kere iktidar, bütün bu süreçlerin sonunda ortaya çıkması muhtemel ‘siyasi fatura’yı göze alabilecek mi, bu çok önemli… Ama şurası bir gerçek ki eğer iktidar dirayetli bir politika izleyebilirse, hem Kürt meselesinin çözümü konusunda önemli bir mesafe alınmış olur hem de sivil ve demokratik bir anayasaya giden yolda sağlam bir mıntıka temizliği yapılmış olur. İnanıyorum ki sadece siyasi sonuçlara odaklanmayan bir iktidar, neredeyse yüzyıllık bir sorunu çözerek hepimizin güvenle birlikte yaşayacağı bir Türkiye armağan edecektir.
Bu çerçevede, DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın geçtiğimiz hafta Karar TV’de yaptığı açıklamaları değerli buluyorum. Bakırhan, MHP lideri Bahçeli’nin başlattığı tartışma sürecini ‘çok kıymetli bulduğunu’ belirterek şunları söylemişti: “Bahçeli’ye iki konuda katılıyorum. Çözüm konusundaki muhatap konusunda doğru adres Öcalan’dır. İkincisi olarak da tecrit meselesinde ortaya koyduğu da doğrudur. Katılıyorum. Genel anlamda tokalaşmak, selamlaşmak, tartışmak, alkışlamak...Türkiye toplumunu özlediği, olması gereken şeylerdir. Bunları bir çözüm sürecine devirtebilirsek, bu meseleyi çözebilirsek, Türkiye’yi 100 yıllık prangalardan kurtarmış oluruz. Bu jenerasyonla çözemezsek de hiçbir zaman çözemeyiz…”