Zafiyet
2000’li yılların ilk yılları. Ecevit krizinin ülkeyi ekmeğe muhtaç ettiği yıllar. Ecevit’in ricası üzerine (!) Amerika, Kemal Derviş’i ekonomimizi düzeltmesi için göndermiş. Kemal Bey, sil baştan ekonomik reformlarla halkın sıkı kemerini daha bir sıkıyordu. İşler yoluna girecek vaadiyle beklerken MHP nedenini bilmediğim bir çıkışla hükümet krizi çıkardı. Ülke seçime gitti. Ecevit tarih oldu. MHP meclis dışı bırakıldı. İki partili meclis yılları başladı.
AK Parti ideolojik farklılığı olan çoğulcu renkliliğiyle iktidar oldu. Adelet ve Kalkınma lügatına uygun, ülkeye yerleşip hayat bulmaya çalıştı. Parti lideri herkesi kucaklayan birleştirci özelliğiyle kendine alan açtı. Mevcut taşlara pek dokunmuyor. İdeolojik çatışmalardan uzak duruyor. Adalet ve kalkınma merkezli bir hizmet anlayışıyla ilerleyip gönüllerde taht kuruyordu.
Bu yıllarda İstanbul’un Bakırköy ilçesinde kenar semteki ebeveynlerin çocuklarını okutmak için müdüre paralar akıttığı bir okuldaydım. Mehmet Akif’in tabiriyle “Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp söven” dersin öğretmenliğini yapmaktaydım. Öğretmenliğimin ilk yılları. Okul, dört duvarlı bir cezaeviydi. Resmi ilişkiler, prosüdür, yoklama, nöbet… Uyum sağlamakta zorlanıyordum.
Okul müdürünün öğretmenlere yukardan bakışı, uzun toplantıları, toplantıda yüksek perdeden konuşmaları. Dönemin okul müdürleri genelde kuvvetin meddahı milliyetçi Kemalistlerdi. İktidarın sağı solu değişir. Onlar mekanın sahipliğinde kalıcıydılar.
Sağ iktidarda milliyetçi bıyığı bırakıp cumaya gider. Sol iktidarda bıyıklarını keser camiden cumadan uzak dururlardı. Okulu idare metodları; kurucumuzun ilkelerine sadakat, kanun kural destekli tehdit. Üç tarafımız denizlerle dört tarafımız düşmanla çevrili:
Kadir kıymette nankörlükten ve gericilikten uzak durmak.
Göreve başladığım okul müdürü de bu ekoldendi. Koltukları kabarık yürür. Koltuk kavgalarında güçlü çıkar. Okuldaki pasta onundu. İlçedeki sürücü kursu vb pastadan da hakkını(!) kimseye yedirmezdi. Eli kolu uzundu. İlçede müdürler, idareciler, kurumlar bırakın birbirlerinin kuyruğuna basmayı birbirlerinin eli kolu olurlardı. Yardımlaşma dayanışma ilden ilçeye uyum içinde işlerdi.
Müdür Bey; sınav ve okul görmeden verilen ehliyet ve diplomalardan dolayı Uğur Dündar’ın yolsuzluk programlarına haber oldu. Fikret Kızıloku’un “Süleyman (hep) başbakan (hep) Başbakan” tabiriyle Müdür Bey hep müdür bey. Saygınlığına, görevine helal gelmezdi. Her kavgada galip, haklı ve güçlü çıkardı.
Görev yaptığımız okul, diploma notuyla öğrenci alır. Diploma notu belli bir notun altında olan öğrencilerin kaydı alınmazdı. Sınıflar 40 kişi olur. Kayıtlar kapanırdı. Lakin okul başladıktan bir ay sonra Müdür Bey’in odasına girip çıkan trafik yoğunluğu yirmi şubeli okuldaki sınıfları elliye çıkarırdı. Okul aile birliği başkanı da kayıtlardan sonra bir ara ortalıkta görünmezdi.
Müdür Bey, mevcut iktidar tarafından adalardaki okullarından birine müdür olarak sürgün edildi (!) Araç kullanmanın yasak olduğu adada kendisine askeri erkanın kullandığı elektrikli araç tahsis edildi. Askeri konaklarda ağırlandı.
Müdür Beyle ilişkilerim resmi evrak imzalamanın ötesinde itiraf etmeliyim ki birkaç öğrencinin sınıf geçmesinde benden iltimas istemişti. Zıtlaştığı öğretmen arkadaşları boş günlerinde nöbetçi öğretmen olarak okula götürür, diş göstermekten geri kalmazdı.
Günlerden bir gün öğretmen odasında yanıma gelip beni odasına davet etti. Üslup, jest ve mimikte daha önce görmediğim bir doğallık tavrında. Hayretamiz hal ile odasına gittim. Karşılıklı oturduk. AK Parti İktidarıyla ilgili sorular üzerinden hasbıhal uzadı. Öğretmenliği övücü kelimeler, İltifat edici cümleler sarf etti. Şaşkınlık içinde olanları dinlerken ağzındaki baklayı çıkardı.
“Sana bir zarf gelmiş gördün mü?” Hayır, dedim. Öğretmenler odasında sana gelen bir zarf var, deyip gülümsedi mi sırıttı mı anlayamadım. AK Parti’de bilinen tanınan ismi medyada geçen bir beyefendi bayram tebrik kartı göndermişti. Kart, TBMM amblemli fiyakalı bir zarfın içinde görenin dikkatini çeken bir şıklıktaydı. Bana olan iltifatının sebebi gelen zarfaydı. Zarfın zaafiyetini yaşamıştı. Zarf, bazı idareci ve öğretmenlerin de dikkatini çekmiş ve bana zarfın var haberini vermişlerdi. Daha sonraki zarflarda zarfın birkaç gün masada kalması için gördüğüm halde zarfı almazdım. Bu da benim zafiyetimdi.