Türkiye'de fiyatlar ve üretim maliyetleri neden pahalı?

Bir haber:

“68 yıldır faaliyette bulunan Türkiye’nin önemli bir tekstil firması, katlanılamayacak maliyetler yüzünden konfeksiyon tesisini kapattığını ve 152 işçisinin işine son verdiğini duyurdu.”

Artan girdi maliyetleri yüzünden ayakta duramayacak hale gelen firmalar, ya faaliyetlerine son veriyor ya da fabrikalarını başka ülkelere taşıyorlar.

Firma, tesisini kapatmasında, döviz kurlarındaki artışın enflasyon oranının altında kalmasının, asgari ücretteki zamlar nedeniyle artan personel maaşlarının ve işletme girdilerinin aşırı bir maliyet yükü getirmesinin ve sonuçta döviz bazlı sipariş karşılığı elde edeceği ihracat gelirinin üretim maliyetini karşılamaya bile yetmemesinin belirleyici olduğunu ifade etti.

Finansal dengeler, girdi maliyetleri, fiyat seviyeleri, döviz kurları, faiz oranları ve satınalma gücü yetersizliği açısından Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar ağır ve sorunlu bir kriz dönemini yaşıyor.

Ülkemizin görece düşük kalkınma düzeyi ve geçim standardı ile açıklanması mümkün olmayan, oldukça tuhaf ve çelişkili bir durumla karşı karşıyayız:

-Eğitimli beyinlerimiz, kendilerine insani standartlarda bir geçim düzeyine uygun maaş sağlayacak iş bulamadıkları için Türkiye’yi terk edip Avrupa ülkelerine ve Kanada’ya gidiyorlar.
-Turistler, İstanbul’da bir yemeğin fiyatının, geçim maliyetlerinin çok yüksek olduğu Batılı kentlerdekinden daha pahalı olmasından yakınıyorlar.
-Kişi başına düşen milli gelir bize göre 5-6 kat fazla olmasına rağmen, ABD’de temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları ve asgari geçim maliyeti Türkiye’den daha ucuz.
-Eskiden “meyve-sebze cenneti” ve “ucuzluk diyarı” olan Türkiye’de, meyve sebze fiyatları ateş pahası oldu…
-Bundan bir kaç yıl öncesine kadar, komşu ülkeler, fiyatlarımızın ucuzluğu nedeniyle günü birlik alış veriş yapmak üzere sınır şehirlerimize gelirken; durumun tersine dönmesi nedeniyle biz onların şehirlerine gider olduk.
-ABD’de, Türkiye’dekinden çok daha lüks, geniş ve yüksek standartlardaki bahçeli evler; istanbul, İzmir veya Ankara’daki sıradan bir apartman dairesinin fiyatından daha ucuz.
-Ülkelerin para birimlerinin satın alma gücünü farklı ülkelerdeki Big Mac (hamburger) fiyatlarıyla karşılaştıran ve “aşırı değerli”veya “düşük değerli” olma durumlarını ortaya koyan “Big Mac Endeksi” sıralamasına göre, 2024’de İstanbul, “Big Mac hamburgerin” Dolar fiyatıyla dünya ortalamasının çok üzerinde, New York şehrinden bile %15 daha yüksek fiyattan satıldığı bir şehir oldu.
-Türkiye’de, cari açık miktarının çok yüksek (2023’de 46 milyar$) ve merkez bankası döviz rezervlerinin uzunca süre alarm verecek kadar düşük olması nedeniyle, dövizin kıt ve Türk lirasına göre değerli olması gerekirken, son yıllarda Dolar kuru Türk Lirasına göre oldukça düşük seviyede kalmıştır. Bunun bir sonucu olarak, herhangi bir döviz cinsinin kendi ülkesindeki veya dünyadaki satınalma gücü, TL karşılığının Türkiye’deki satınalma gücünden çok daha yüksek bir seviyeye erişmiştir. (Örneklemek gerekirse ABD’deki 1000$>Türkiye’deki 35.000TL. Yani 1000 Dolarla, Türkiye dışında aynı ihtiyaçlarınızı daha ucuza karşılarsınız)
-Ülkemizde milli gelir ve ekonomik gelişme düzeyimize göre işgücünün ve yerli kaynaklardan elde edilen üretim girdilerinin düşük maliyetli olması beklenirken, zengin ve gelişmiş ülkelere göre daha yüksek fiyat seviyelerinden karşılanması, firmalarımıza ihracatta rekabet edebilirlik avantajlarını ortadan kaldıracak kadar ağır bir yük bindirmektedir.

Neden mi böyle oluyor?

Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar, piyasa şartları, politik tercihler ve dış ekonomik etkilerin birleşimiyle ortaya çıkan bu tablonun temelinde yatan nedenler ve dinamiklerle ilgili şunları söyleyebiliriz:

-Türkiye’nin ihracatı büyük ölçüde düşük katma değerli ürünlere dayanırken, ithalatı yüksek katma değerli ürünler ve enerji gibi zorunlu ve dünya piyasaları düzeyinde fiyatlarla karşılanması gereken girdileri içeriyor.

-Döviz arz ve talebindeki denge, yalnızca cari açıkla değil, aynı zamanda sermaye hareketleriyle de şekilleniyor. Bu bağlamda Türkiye’ye gelen dış kaynak, doğrudan yatırım yerine kısa vadeli borçlanmaya, spekülatif yatırımlara, iç tüketime ve inşaat gibi gelir doğurma potansiyeli olmayan alanlara kayıyor. Bu da, döviz maliyetinin reel ekonomik şartlardan kopmasına neden oluyor.

-Enflasyonu düşürme ve sıkı para politikaları gereği, son bir kaç yılda rekor düzeylerde seyreden faiz oranlarının ve Merkez Bankası’nın döviz müdahalelerinin dolaşımdaki TL’yi kıt ve değerli hale getirmesi, üretim maliyetlerini arttırıcı bir faktör olarak etki yapıyor.

Yüksek enflasyon nedeniyle Türk Lirasının sürekli değer kaybetmesine karşılık, döviz kurlarının yaklaşık aynı oranlarda yükselmesi gerekirdi. Oysa TL mevduatına verilen yüksek faiz ve kura müdahale nedeniyle fiyat artışları baskılanan yabancı döviz, aksine daha değersiz hale geliyor.

-%10’lar seviyesindeki işsizlik oranlarına, dolayısıyla yüksek işgücü arzına rağmen, asgari ücretin işverenlerin bakış açısına göre popülist siyasi kaygılarla yüksek belirlenmesi; özellikle tekstil gibi emek yoğun sektörlerde, işgücü giderleri üzerinde, fabrikaları kapattıracak veya başka bir ülkeye taşınmalarına neden olacak ölçüde ağır bir maliyet baskısı oluşturuyor.

-Enerji ve hammaddede dışa bağımlılık, gaz ve elektrik girdilerine kamu tarifeleriyle yapılan zamlar; ÖTV, KDV gibi doğrudan veya dolaylı vergilerin getirdiği yük, Türkiye’nin üretim maliyetlerini uluslararası fiyatlar seviyesinin üzerine çıkarıyor ve üreticilerin küresel pazarda rekabet gücünü olumsuz etkiliyor.

-Enflasyon oranının sürekli yüksek olması, özellikle yem ve gübre gibi ithal girdilerin de etkisiyle gıda fiyatlarını global ortalamaların üzerine çıkarıyor. Temel ihtiyaç maddelerindeki yüksek vergilerle birlikte aracılık, dağıtım, akaryakıt, ulaştırma gibi “piyasa zinciri maliyetlerinin” getirdiği ilave yük, fiyatların daha da yükselmesine neden oluyor.

Özetle, milli gelirimizin dünya ortalamasının altında ve TL’nin satınalma gücünün zayıf olmasına rağmen, Türkiye’deki genel fiyat seviyesinin gelişmiş ekonomilerdekinden daha yüksek olması (hayat pahalılığı ve üretim maliyetlerindeki yükseklik); dışa bağımlılık, yüksek cari açık, yüksek enflasyon, yüksek faiz politikası, düşük katma değerli üretim yapısı, enerji ve hammadde fiyatlarındaki artış, vergi yükü ve düşük verimlilik gibi yapısal sorunların bir sonucudur.

Döviz kurlarının piyasa gerçekliklerinden kopuk bir şekilde düşük seviyede tutulması, ihracat gelirlerini yetersiz bırakırken, enflasyonist baskılar ve iş gücü maliyetlerindeki artış firmaların rekabet gücünü zayıflatmaktadır.

Bu alandaki sorunların çözümü; ancak teknoloji yatırımlarının arttırılması, yenilikçi ve yüksek katma değerli üretime geçiş, enerji ve hammaddede dışa bağımlılığın azaltılması, vergi yüklerinin hafifletilmesi ve işgücü verimliliğinin artırılması ile mümkündür.

YORUMLAR (24)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
24 Yorum