Deli mi yoksa deli numarası mı yapıyor?
Trump’ın bir kez daha iktidara gelmesi siyasette delilik tartışmalarını tekrar gündeme getirdi. Öngörülememenin bir ülke için nimet mi yoksa külfet mi olacağı geçmişin tecrübelerinden hareketle masaya yatırıldı. Benim rastladığım en çarpıcı yazılardan biri de Foreign Affairs’de yer aldı. Roseanne McManus tarafından kaleme alınan makalede deliliğin doğuracağı sorunların çözeceklerinden fazla olabileceği vurgulandı.
Bu tartışmanın yakında daha da büyümesi, geçmişte kalan bir anlayışın yeniden hayatiyet kazanması, daha da kötüsü bazılarının deli olduğu, her şeyi yapabileceğini düşündürdüğü bir dünyada herkesin deli olması ya da deli gibi davranması kaçınılmaz görünüyor. Başka bir deyişle dünya siyasetinin üstüne oturduğu, caydırıcılığın temelini oluşturan rasyonalite varsayımı artık iyice erozyona uğrayacağa benziyor.
Belli ki dünya bundan sonra daha da fazla çatışma eşiklerinin ucunda dolaşacak, her an herkes daha çok çatışmaya hazır olmak, kendi gücüne daha çok dayanmak zorunda kalacak. Kanada’yı eyaletine dönüştürmek isteyen, müttefiki Danimarka’dan toprak talebinde bulunan, Panama’yı işgal etmeyi düşünen, büyük bir körfezin ismini millileştirme adına değiştiren zihniyet ister numara yapsın ister deli olsun sonuçta dünya siyasetinin akışını da belirleyecek.
Amerika Avrupa için “iyi huylu dev” olarak görülmekten uzaklaştıkça Avrupa kendi başının çaresine bakmanın yollarını arayacak. Trump’ın kader ortağı Musk’ın ve diğer çalışma arkadaşlarının yatırım yaptığı uçlarda dolaşan Avrupa sağı dönüp dolaşıp güvenlik mantığının dayattığı noktaya gelecek, delilik sadece İran, Çin ya da Rusya ile pazarlık kozu olmaktan çıkıp Atlantik ittifakı için taşınması giderek zorlaşan bir yük haline dönüşecek.
Trump ve ortaklarının içeride ve dışarıda yaptıkları komik ya da çılgınca değil delilik olarak görülecek, zaman içinde kabul edilemez boyutlara ulaşacak. Belki adına atfedilen deliliği Trump ve ekibinin bazı sorunların çözümünü kolaylaştıracak. İsrail’in uslu durmasını, İran’ın nükleer silahtan vazgeçmesini, Rusya ve Ukrayna’nın uzlaşmasını, Avrupa’nın kendi güvenliğine yatırım yapmasını sağlayacak. Hatta Suriye’nin istikrarı için bizi de tatmin edecek radikal adımlar atmasına dahi zemin hazırlayacak.
Ancak öngörülemezliğin, her hangi bir anda herhangi bir şeyin yapılabileceğinin düşünülmesi dünya siyasetinin üstüne oturduğu temel parametrenin sarsılmasına, korkarım nükleer savaş olasılığının artmasına yol açacak. Trump Amerika’sının Avrupa’yı nükleer saldırılardan koruyup korumayacağı ya da olası bir nükleer çatışmayı Avrupa topraklarıyla sınırlamak isteyip istemeyeceğinin bilinmemesi muhatapların karar verme süreçlerini olumsuz etkileyecek.
Yanılmayı çok isterim ama bence dünya 20 Ocak öncesine göre çok daha tekinsiz hale geldi, pek çok açıdan da değişti. Bazı eski sorunların anlayış ve strateji farkı yüzünden daha kolay çözüleceği kesin. Fakat MAGA anlatısı, zaten büyük olan Amerika’yı daha da büyük yapma ihtirası, hortlayan toprak kazanma hırsı, kibir ve şişirilmiş egoların popülizmiyle birleşince kabul etmekte zorlansak da dünyayı bambaşka bir yere dönüştürdü.
Amerikanvari uygulamalar yakında Avrupa’dan Asya’ya pek çok ülkenin siyasete bakışını, siyaset yapma tarzını belirleyecek. Daha önce de yazdığım gibi hukukun daha az, gücün ve baskının daha çok olduğu bir küresel vasatta yaşayacağız. Daha çok ormanımız yanacak, daha büyük iklim felaketleri yaşanacak. Sorunların özüne inmek yerine görüntüsüyle yetinmek durumunda kalacağız. Birbirimizi şimdikinden de çok suçlayarak sorun yönetmeye çalışacağız.
Deliliğin sonunun acı olduğu, Hitler, Mussolini, Saddam ve Kaddafi örnekleri ve İkinci Dünya Savaşı, Körfez Savaşları ile Libya üstünden açıklansa da pek çok lider hastalığın siyasi bulaşıcılığından ve iç politikadaki cazibesinden kendisini kurtaramayacak. Brinkmanship, yani uçurumun kenarında politika yapmak, kriz tırmandırmayla sorun yönetme istisna olmaktan çıkıp kural haline gelecek. Bu da ne yazık ki daha derin bir güvensizlik sarmalına yol açacak…