Fidan neden haklı, neden haksız?
“Türkiye, Avrupa ile birleşmeli” cümlesini okuyunca itiraf edeyim, yüzüme bir gülümseme yayıldı.
Üstelik bu cümleyi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan duyduk.
France 24 televizyonuna yaptığı değerlendirmesinde, “2007 ve 2008 yılları için altın zamanlardı” diyor Hakan Fidan.
Peki, ne oldu da altın zamanları ıskaladık, kıymetini bilemedik?
Erdoğan’ın tasnifi ile çıraklık yıllarının bitip kalfalığa geçiş yılları idi o altın yıllar…. Uygulanan plan ise AB’nin reform reçeteleri.
2011’den sonra da “ustalık” dönemi başlayacaktı, başlayınca da neler olduğunu hep beraber yaşıyoruz.
Hakan Fidan, o altın zamanlarda “Türkiye’ye bu net yol haritası verildiğinde, AB reformları yoldaydı ve başka hiçbir uluslararası aktör Türkiye’yi tehdit etmiyordu. Çünkü Türkiye’nin Avrupa Birliği tarafından ne kadar iyi davranıldığı ve liyakate dayalı sürecin yolunda olduğunu biliyorlardı ama daha sonra Türkiye’nin üyeliği, Avrupa siyasetinin içindeki kimlik siyaseti tartışmasının bir parçası haline geldi” diyor.
Ve “kendi okuması” üzerinden artık bunun değiştirilmesi gerektiğini söyleyerek bir çağrıda bulunuyor:
“Tekrar Sarkozy öncesi çizgiye geri dönmek zorundayız. Dolayısıyla liyakate dayalı bir üyelik yolu açılmalı. Türkiye bölgede daha etkili bir güç oluşturmak için Avrupa ile birleşmeli”.
Hakan Fidan’a göre Türkiye’nin AB tam üyelik müzakerelerinde 2005 yılında başlayan yolculuğunun, 13 Mart 2019’da tam üyelik müzakerelerinin askıya alınması ile sonuçlanmasının tek bir suçlusu var anlaşılan, o da Avrupa.
Ama gerçek öyle değil.
Gerçeği kavramamış gibi davransa da Hakan Fidan’a katıldığım bir şey var; Türkiye, Avrupa ile birleşmeli.
Ama Hakan Fidan bu çağrısını yaparken bunun sadece Avrupa’nın menfaatine olacağını, Avrupa’nın böylelikle uluslararası kaosa ve jeopolitik risklere karşı daha dirençli hale geleceği üzerinde duruyor.
Bir yanıyla haklı; Türkiye muazzam bir jeopolitik ve jeostratejik bir konuma sahip. Karadeniz, Boğazlar, Kafkasya, Ege, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu…
Ama Avrupa kendisini uluslararası kaosa ve jeopolitik risklere karşı daha dirençli hale getirirken, içine alacağı Türkiye’de hukukun üstünlüğü ne durumda diye bakmaz mı?
Bu da bir başka güvenlik meselesi değil midir?
Hukukun üstünlüğü endeksinde ilk sıralar ezici üstünlükle AB devletlerine aitken, AB arasına alacağı Türkiye’nin 142 ülke arasında 117. sırada olmasını kabullenebilir mi?
Sadece bu gösterge bile ülkemiz hakkında fikir sahibi olmaya yetiyor ama isterseniz Türkiye’nin yönetim şekli ve insan hakları karnesine de bakabiliriz.
Hatırlayın, 24 Kasım 2016’da Avrupa Parlamentosu üyeleri Türkiye’yi insan hakları ihlalleri ve hukukun üstünlüğü alanındaki eksiklikleri nedeniyle eleştirdi ve Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması yönünde ezici bir çoğunlukla karar aldı.
2017 yılında AB yetkilileri, Türkiye’de 2017 yılında yapılan anayasa referandumu ile oluşturulan güçlü cumhurbaşkanlığının, AB üyeliğine uygunluk için Kopenhag Kriterleri’ni ihlal edeceğini söyledi.
Ama Ankara hiç aldırmadı.
Katılım müzakereleri de durdu.
Ayrıca AB üyesi olmak için gereklerini yerine getirmemiz gereken 35 fasıldan Mayıs 2016 itibarıyla sadece 16’sı açılmış ve biri kapatılmıştı.
Bu fasılların açılmamasında ya da açılanların kabul görmemesinde bize düşen sorumluluk hiç yok mu?
Ben size bizim yeterli ve gerekli düzenlemeleri yapmadığımız için bir yerde açılmasını engellemiş olduğumuz 19. Fasıl olan “Sosyal Politika ve İstihdam” faslını hemen hatırlatayım.
Bu fasıl Türkiye’nin üyelik süreci ile yakından bağlantılıdır. Türkiye, açılan bu fasıl için 2010 yılında bir kısım iyileştirmeler yapmış ve dosya sunmuş ise de AB tarafından yeterli bulunmadı. Özellikle Türkiye’nin işçi hakları, iş sağlığı-güvenliği, kadın hakları ve engelli hakları gibi konularda daha fazla ilerleme kaydetmesi gerektiği bildirildi.
Bu fasıl açılmış olsaydı binlerce işçi ölmeyecekti.
Maliyet ve verimlilik hesabında, rekabet avantajında tasarrufa ilk olarak işçinin güvenliğinden başlanamayacaktı.
Bizim işçilerimizi korumak istediği için AB’yi mi suçlayacağız?
Tabii ki “Türkiye, Avrupa ile birleşmeli”…
Ama demokrasiyi, hukuku reddederek bütün suçu AB’ye atmak, AB’ye girmeye yetmez.
2024’te AB’ye girmemiz gerektiğini yeniden keşfettiler… Umarız bunun nasıl yapılabileceğini de 2025’te keşfederler.