İhmal bizim kaderimiz. İhmale ses çıkartmamak ise bastırılmışlığımız

7 Şubat 2024 tarihinde gazeteye “Belki de İhmal Kaderimiz Olmuştur” isimli bir yazı yazmıştım. Bu yazıda bahsettiğim ihmaller silsilesi 6 Şubat depremini konu alıyordu.

Depremin hemen ardından insanların ne durumda oldukları, evsiz yurtsuz kalmaları, en yakınlarını kaybetmesinin derin acısı bir yanda dururken, depremzedelerin birbirleriyle haberleşmeye çalıştıkları anlarda iletişimin salt sansürleme maksadıyla kesintiye uğratılmasından bahsetmiştim. Hatta “Çarpıtmaların ve yalan haberlerin not edilmesi tehditleri, zamanı geldiğinde de bu not defterinin açılacağı” korkutması tüm bu yapılanların yanına eklenmişti.

Biz başına gelenlerden ders al(a)mamakta mahir bir milletiz.

Binlerce insanın yıkık vaziyette kaderiyle baş başa kaldığı yerde dahi imajını ve siyasi ikbaline halel gelmemesinin planlarını yapan muktedirlerin gölgesinde yaşıyoruz.

Yine o yazımda “Bu kadar çok insanın vefat ettiği yerde ölüm asla kader olamaz, sadece ihmaldir.” demiştim. Şimdi bir arpa boyu yol alamamanın kaderinde kazalardan kaza, ölümlerden ölüm beğeniyoruz.

Daha Elazığ’da maden sahasında toprak kayması sonucu vefat eden madenciler bulunamadı. Diyarbakır’ın Çınar ilçesi ve Mardin’in Mazıdağı ilçeleri arasında çıkan ve 17 kırsal alanı etkileyen yangında 15 kişi öldü. Yangında aralarında ağır durumda da olan 40’ı aşkın kişi, yüzlerce hayvan yangından dolayı yaralandı ve onlarca hayvan ise yanarak öldü. Derken…

Ülkenin en büyük şehirlerinden birisinde, yol ortasında iki insan elektrik akımına kapılarak can verdi. Bir yağmur yağsa yerdeki su birikintisi kadar olağan bir şeyin dahi canını alabildiği bir ülke oldu burası. Diyarbakır- Mardin yangınındaki insanlar, İzmir’deki su birikintisinde can veren insanlar da elektrik kaynaklı bir ihmalden öldü.

Öncesinde Soma maden faciası... Patlamanın üzerinden daha 6 ay bile geçmeden 3 mükerrer kaza daha yaşanmıştı.

Eni konu ihmaller tarihimize baktığımızda sicili oldukça kabarık bir ülkeyiz. Bu gelişmemişliğimizin en bariz örneği, başkaca bir sebep aramamıza gerek yok.

Gelişmiş ülkeleri gelişmiş ülke yapan en önemli değer insan hayatına verilen önemdir. Bizzat kazaya neden olabilecek sebepleri ortadan kaldırmak bir yana, akla hayale gelmeyecek ihtimallerin dahi düşünülmesini sağlayan ilerlemiş vizyondur.

Bu ülkelerde en ufak bir çukur dahi birisi ayağı takılarak düşebilir ihtimaliyle kapatılır. Etrafına işaret konur ve o işaretlerin etrafı da ikinci bir işaretle çerçevelenir.

Evlerde yangın alarmları takılması bir yana, var olan yangın alarmları rutin test edilirken dahi yedeği takılır. Bu insan hayatına verilen önemin bir başka tezahürüdür.

Ülkenin ucuz emek cennetine çevrildiği şu dönemde tüm bu yaşananlar insan hayatının ne kadar değersiz olduğunu gösteriyor. Köşklerin, sarayların, en harika yerlerde yapılmış yazlıkların hiçbir ihmale sebebiyet verilmeyecek şekilde, en ince detaylarının hesaplandığı yerde de artık vatandaşlar olarak bizler de elimize takkeyi alıp bir düşünmeliyiz. 20 senenin sonunda gelinen bu nokta, bu gelişmemişlik “talih ya da kader” değildir.

Bir kere bile bu yaşanan facialara üzüntü duymak yanında “ihmaller de bizim de payımız var” denmesine şahit olamadan rahmeti rahmana kavuşacağız. Batılı ülkelerin işine gelen tüm hatalarını günlerce dile dolamak yerine gelişmişlik, insan hayatını koruyan fiiller neden kopyalanmıyor, anlayamayacağız.

Oysa dünyanın başka yerlerinde benzer durumlar yaşandığında nasıl gelişmeler olduğunu, neler yapıldığını da anlatmak isterim.

30 Ekim 2015 tarihinde Romanya’nın başkenti Bükreş’te Colectiv isimli gece kulübünde “Goodbye to Gravity” isimli grup sahne alıyordu. Kulüpte aniden çıkan yangın sonucunda 64 kişi ölmüş, 162 kişi de yaralanmıştı. Hatta Erasmus için ülkeye giden vatandaşımız Ayberk Mancı da yangından yaralı olarak kurtulmuş, günlerce süren yaşam savaşını da kaybetmişti.

Yangın sonrası düzenlenen protestolarda yaklaşık 20 bin Bükreşli durmaksızın protesto yaptı ve dönemin Romanya başbakanı Victor Ponta’yı İçişleri bakanı Gabriel Oprea’yı ve gece kulübünün bulunduğu bölgenin belediye başkanını istifaya çağırmışlardı. Protestoların ardından Başbakan Ponta istifa etmiş ve yaptığı açıklamada da “istifamı sunuyorum, ben ve dolayısıyla hükümetim görevi bırakıyoruz” demişti.

Lübnan başkenti Beyrut’ta da 150’den fazla insanın hayatını kaybettiği patlama ve sonrasında yaşanan protestolar ardından da Lübnan hükümetinden 4 bakan istifasını sunmuştu.

İşin aslı şu ki yazının başında örneklediğim ya da aylar öncesinde de yazdığım gibi faciaların içinden facia beğendiğimiz şu gariban ülkemizde bir tek müsebbip bulamadığımız gibi bu hazin süreci vicdanına iletip de onun gerektirdiği gibi bir karar almayı, istifa etmeyi, çekip gitmeyi, suçu kabullenmeyi becerebilen bir tek insana rastlamamamız çok acı değil mi?

Yine yaşadığımız bunca ihmale ve can kaybına rağmen mümkün bir vatandaşlık bilinciyle bir araya gelerek hakkı haykıramıyor oluşumuz, gücümüzü birleştiremiyor oluşumuz normal mi?

Zamlar envai çeşit, vergiler o biçim; bu konuda maşallahımız var. Yurt dışı çıkış harcı ölümü gösterip sıtmaya razı etme türünden, bahsi geçen tutar olmadı diye neredeyse sevineceğiz. Tüm bunlara karşı çıkmak zaten mazide kalan flu bir hayal. Fakat insan hayatı söz konusu olduğunda bir Romanya kadar da mı olamadık ki kimseye hesap soramıyoruz. Neden? Başımıza henüz gelmedi diye mi?

Bunun bir garantisi var mı? Bu yürek burkan talih bir an evvel kapımızı çalmadan artık bu sesi çıkartmanın zamanı geldi.

Zira zulme rıza zulümdür.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum