Gazze’deki kan, Cannes’dan büyüktür

77. Cannes Film Festivali, pek çok uzman ve eleştirmen tarafından festival tarihinin yarışma açısından en kötü senelerinden birisi olduğu spekülasyonlarıyla başladı. Evet, her ne kadar ünlü isimlere ait, ses getireceğini düşündüğümüz filmler içeriyor olsa da yapımların çok azı gerçek bir Altın Palmiye ruhu taşıyan filmler olarak tanımlanıyordu.

Cannes elbette üst tabaka bir film festivali. Sadece filmlerin yarıştığı ve odağında sinema olan bir festival hiçbir zaman olmadı. Her zaman Fransız Rivierası gibi zengin kesimin yerleşim yeri ve marina olarak kullandığı lokasyonu ile dikkat çekti ve dünya markalarının selebritiler vasıtasıyla tanıtımını, gösterişini yaptığı bir dünya arenası oldu.

Aynı kırmızı halıda hem bir kahve markasının o seneki reklam yüzü yürür hem de o yıl ödülü havaya kaldıracak olan kadın sanatçı... Sanatın ve marketingin birbirine geçtiği, en çok da sermayenin konuştuğu bir festivaldir Cannes. Ve tüm dünya olanı biteni yakından takip eder.

Geçen senelerde ödülü ülkemize kazandıran Merve Dizdar yaptığı konuşmadan dolayı bayağı bir gadre uğramış olsa da bu ne ilk ne de son olmuş, ülkenin kendi sanatçıları dahi kendi hükümetlerine bu festival aracılığıyla söylemek istediklerini söylemiştir. Pio Marmai’nin 2018 senesinde Paris’te hız kesmeden devam eden sarı yelekliler hareketine destek için çektiği filmle yarıştığını ve konuşması esnasında Macron’a ağza alınmayacak hakaretler ettiğini düşünürsek durumu daha da iyi anlamlandırabiliriz.

Bu yıl festivalin hem içerik hem de görsel olarak beklenenden daha düşük bir seyir zevki verdiğinden bahsetmeyeceğiz tabii. Bu şaşaanın hiçbir yerinde kendisine yer bulamayan “İsrail işgali” festivalin başka bir boyutuydu.

İsrail soykırımının hız düşürmeden devam ettiği bir ortamda festival, yapımcıların, aktörlerin ve aktivistlerin Gazze halkının içinde bulunduğu içler acısı vaziyetle alakalı olarak farkındalık yaratmak amacıyla kullandığı bir platform haline geldi; en azından bazı sanatçılar için.

Organizatörlerinin tartışmaları önleme çabalarına rağmen sanatçılar, Filistinlilerle dayanışmayı ifade etmenin ve savaşın yok ettiği Filistin halkına ve yerle bir edilmiş bölgeye dikkat çekmenin yaratıcı yollarını buldular.

Festival, başlarda ihtiyatlı bir yaklaşım benimsedi. Ve önlem olarak hemen her sene bölge halkının eylem ve yürüyüş yaptığı, Cannes’ın en meşhur caddelerinden Croisette’deki protestolar yasaklandı ve jüri üyelerini eylemcilerden korumak için her yere özel güvenlik görevlileri konuşlandırıldı. Başlangıçta biraz yumuşama ve gerilimi azaltma hamleleri yaparmış gibi göstererek film yapımcılarının Filistin desteğini ifade eden yaka rozetleri takmalarına izin vermeyi düşündülerse de sonrasında bu plandan ivedilikle vazgeçildi. Yahudi lobisinin baskısıyla birlikte her zamanki Ortodoks açıklamalarından biri yapıldı ve festivali siyasi tartışmalardan ziyade sinemaya odaklanan polemiksiz bir etkinlik olarak görülmesi gerektiği söylendi.

Ancak başta festivalin jüri üyelerinden, Netflix’teki meşhur dizi Lupin’den de tanıdığımız aktör Omar Sy gibi sanatçılar bu açıklamayı hiç de ciddiye almadı, akabinde sosyal medya aracılığıyla Gazze’deki çocuklara yönelik şiddeti kınadı. Omar Sy Instagram’da “Gazze’de veya dünyanın herhangi bir yerinde çocukların öldürülmesini meşru kılacak hiçbir şey olamaz. Seçilmiş liderlerimiz hayat kurtarmak ve bizi tüm insanlar için özgürlük, adalet, haysiyet ve barışa, köklü bir geleceğe taşımak için ŞİMDİ harekete geçmelidir.” diyerek tutumunu destekleyen bir de paylaşım yaptı.

Elbette en ses getiren protestolardan diğeri de Cate Blanchett’e aitti. Mesajı da oldukça net bir şekilde duyuldu. Blanchett, festivalde yarışan ve konusu Trump’ın biyografisi olan Ali Abbasi’nin son filmi “The Apprentice”in gösterimine katıldı. Ünlü oyuncu omuzları açık bir Jean Paul Gaultier elbiseyle poz verdi. Aktris, hareket halindeyken elbisenin arka kısmında görülen beyaz ve yeşil iç astar, onunla bütünleşen kırmızı halı ile birlikte adeta Filistin bayrağına ve halkına saygı duruşunda bulunan bir heykel gibi görünüyordu.

Bu zaten tam da onun gibi bir sanatçıya ait tutumdu. Savaşın ilk dönemlerinde protestolara katılan Hollywood yıldızları Yahudi lobisi tarafından el altından tehditlerle susturulurken, kendisi bunlara hiç pabuç bırakmamış Avrupa Parlamentosu’nda konuşma yapmaya gitmiş, ateşkes istemiş ve mültecilere destek ricasında bulunmuştu.

Yine dünyanın en meşhur ve pahalı mankenlerinden olan Filistin asıllı Bella Hadid de festivalde kefiye desenli elbise giyerek Cannes’ın uyarılarına kulak asmadı. Hadid zaten senelerdir Filistin’in kurtuluşunu destekleyen ve bu uğurda oldukça bedel ödeyen bir modeldi. Bella Hadid’in babası Muhammed Hadid, 1948 Arap-İsrail Savaşı esnasında Nasıra’da doğmuş ve genç yaşında Suriye’ye ardından da Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmiş bir Filistinliydi.

Festivalde ödül sahibi filmlerden birisi olan Payal Kapadia’nın “All We Imagine as Light” adlı filminde rol alan oyuncu Kani Kusruti de geceye karpuz desenli bir çantayla katıldı. Aynı şekilde Cezayir asıllı Fransız oyuncu Leila Bekhti de “A Mad Max Saga” filminin galası öncesinde kırmızı halıda yürürken siyah elbisesinin yakasına gösterişli bir Filistin broşu taktı ve bu hareketi büyük beğeniyle karşılandı.

Zira karpuz İsrail’in Filistin topraklarını işgaline karşı mücadeleyi temsil eden, Filistinlilerin protestolarında ve sanat eserlerinde oldukça kullandığı bir motif ve artık seneler içerisinde kamusal ifadenin bir sembolü olagelen bir imgeydi.

Festivalin kapanış töreninde, kısa film jürilerinden de olan meşhur Belçikalı oyuncu Lubna Azabal, “tüm rehinelerin koşulsuz serbest bırakılması ve Gazze’de derhal ateşkes sağlanması” çağrısında bulundu.

Festivalin diğer bir jüri üyesi olan, dünyaca meşhur Lübnanlı oyuncu ve yönetmen Nadine Labaki de parçalanmış bir dünyadan bahsederek bölgedeki şiddeti ve İsrail’i kınadı.

Tüm dünyanın gözü önünde Cannes, lüksün, şatafatın, en iyi filmlerin, gece resepsiyonların, gösterişin festivali değil de sanat ve politikanın beklenmedik ve hesap edilemeyen şekilde kesiştiği, küresel gerilimlerin, işgalin, haksızlığın dillendirildiği sere serpe bir kırmızı halı oluverdi.

Hasılı 36.000 insanın öldüğü, 80.000 insanın yaralandığı bir dünyada Cannes ancak böyle Cannes olmaktan çıkabilirdi. Çıktı da.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum