Dönülmez akşamın ufkunda yeni yıl

Yeni bir yıl geldi. Neon ışıkları, alışveriş merkezlerini saran şenlik havası, süslenen ağaçlar, piyango biletleri... Her şey mükemmelmiş gibi kurulacak sofralar, hiçbir şey olmamış gibi geriye sayacağız saniyeleri. Bugün öyle bir gün…

Tabii yeni bir yıl beklentisi hepimizin hayatında aynı şekilde yankılanmıyor. Aslında yeni yılı kutlamak bu topraklarda sakildir, amorf bir haldir. Bir defa bize ait değildir. Diğer tarafta da farklı dünyaların arasındaki mesafeyi kat eden bir uçurumu andırır. Şehirde, eğlencenin ve bolluğun gölgesinde unutulanlar vardır mesela. Bizim yeni yıl hikayemizde “şenlik” kelimesi yalnızca bir aldatmacadır, çünkü garibanların, harca harca bitmeyen asgari ücret sahiplerinin hayatında yeni yıl sadece “eski dertlerin devamından ibarettir.”

Eskilerde malumdur “bey” ve “rençber” in ayrı dünyaları vardı.

Bey ve rençber metaforu, toplumdaki sınıf ayrımlarını ve sosyal eşitsizliği ifade etmek için kullanılan bir tasvirdi.

Bey, geleneksel olarak zengin, güçlü, varlıklı ve toplumda ayrıcalıklı bir sınıfı temsil ederken, rençber kırsal kesimde yaşayan, tarım ve toprak işçiliğiyle geçinen, genellikle yoksul ve emeğiyle hayatta kalmaya çalışan bir kesimi temsil ederdi.

Şimdilerde bu ayırım, modern zamanların zengin sofralarıyla, gariban haneleri arasındaki tezata evrildi. Bu tezat, zengin için bir ziyafet masalı fakat fakir için yalnızca bir hatırlatma oldu. Kısaca öyle ya da böyle “dünyanın adaletsiz bir nizam üzerine kurulu olduğu gerçeği” en çok yeni yılda insanı vurdu.

Aslına bakarsanız yeni yılın ışıklı ve şaşaalı âlemlerinin imkânı olanlarda mutluluk nişanesi gibi kutlanmasından rahatsızlık duymamdaki sebep, çaresiz, hasta, savaş mağduru, acı dolu insanların yüreğinde bugünün daha da derin bir teessüre vesile olması. Tenkidim ne inanç meselesi ne de kutlamanın şekliyle alakalı, tenkidimin nedeni insanoğlunun birbirine karşı takındığı vurdumduymaz hâlinin tezahüründen -haliyle- irrite olmam, olmamız…

William Faulkner’ın dediği gibi,
“Sonsuz bir mezarlık; bir anlığına yaşar, sonra kaybolur”
Bizler bu yıl, bu kayboluşa defalarca tanıklık ettik.

Gazze’de bombaların gölgesinde yitip giden hayatlar, Suriye’nin insafsız hapishanelerinde insan onurunun yerle bir edilişi ve dünyanın sessizliği... Gözümüzün önünde yaşanan insanlık dışı sahneler, ölümün soğuk nefesini her defasında daha yakından hissettirdi.
Tüm bu trajedinin ortasında tevekkülü aramak, belki de en zor ama en insani çaba olmalıydı.

---

Geçen haftaki yazımda başarılı bir yapım olduğunu düşündüğümü yazdığım Gassal dizisi bizleri yoğun bir ölüm tefekkürü iklimine soktu.

Kierkegaard’ın "Ölümcül Hastalık Umutsuzluk" kitabında geçen şu alıntı, bu iklime daha da derin bir boyut katıyor:
“Ölüm en büyük tehlike olduğu sürece, yaşamdan bir şeyler beklenir, ama diğer tehlikenin sonsuzluğu keşfedildiği zaman, ölüm için umut beslenir.”
Burada söz edilen "diğer tehlike insanın kendisiyle yüzleşmesi ve bu yüzleşmenin getirdiği derin boşluk. Bu boşluğu, geçtiğimiz yılın acılarını da düşünerek hissetmemek mümkün mü?

Kierkegaard, umutsuzluğu,
"insanın kendisi olamaması"
olarak tanımlar. Bu yıl yaşadıklarımız, yıkımlar insanlığın umutsuzluk girdabına her zamankinden çok kapıldığını hissettirmedi mi? Hayatımızda, hayatlarda eksilen her insan, bu umutsuzluğun birer alegorisi gibi duruyor. Belki de ölümle yüzleşmek, bu umutsuzluktan kurtulmanın tek yoludur. Tıpkı Kierkegaard’ın dediği gibi
“Umutsuzluk, insana ölümü hatırlatır, ama aynı zamanda yaşamın değerini de gösterir”

Yılbaşı gecesi yeni umutlarla kadeh kaldıranlar da kaza namazlarını kılanlar da soğukta üşüyenlerde, çocuklarına istediklerini alamayan ebeveynler de hastanelerde geçirecek olanlarda hepimiz bir kaçış değil, bilakis bir hatırlatmanın içerisindeyiz.
“Hayat ancak ölümle anlam kazanır; bu farkındalık, insanı gerçekten yaşatır." Hayatın kısa olduğunu, her anın dönülmez bir hatıra haline geldiğini ve her şeyin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlamak.

Yeni bir yıla adım atarken, belki de yapmamız gereken, sadece umutlarımızı diri tutmak değil, ölümün olağanlığını bu bünyeye yerleştirmek. Trajedilerden öğrendiklerimizle hayatı yeniden anlamlandırmamız elzem. Yaşamı geçen tüm yıllarda da anlaşıldığı üzere kolaylaştıran şey ise
“Cesaret”

O da tüm gerçeklerin ve acıların üstüne gitmekle mümkün.

İyi yıllar.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum