Albert Camus ve İslam’ın Varoluş Şuuru: Absürtlükten Başkaldırıya Bir Yolculuk
Yeni yıl tatilinde Esat Arslan Albert Camus ve İslam isimli bir yazı yolladı. Yazı bende oldukça geniş bir perspektif yarattı ve hakkında düşündüklerimi yazmak istedim. Değinilmeyen bir konu ve düşünülmeyecek bir arkadaşlığın nüveleri güzeldi zira…
Elbette Albert Camus’nün “absürt” kavramını merkezine alan felsefesi, modern dünyada anlam arayışında olan bireyler için önemli bir perspektif sunar. Ancak, Esat Arslan’ın kaleme aldığı yazıda dikkat çeken bir yaklaşım vardı: Camus’nün absürt anlayışı ile İslam’ın varoluş şuurunun nasıl bir diyalog içinde yeniden yorumlanabileceği.
Esat Arslan Camus’nün hayatı saçma ve akıldışı olarak tanımlayan absürt fikrini tartışmaya açıyor ve İslam’ın bu fikre karşı nasıl bir çözüm sunduğunu inceliyordu ve “absürt” düşüncesinin temel taşını şu şekilde özetliyordu:
“Bir yanda insanın özlemleri var. Bir yanda ise insanın özlemlerine karşı sağır ve dilsiz olan akıldışı bir dünya… Absürt, bu insan ile bu dünyanın ilişkisinin özü niteliğinde.”
Bu noktada İslam’ın insan hayatına kattığı anlamın, Camus’nün “saçma” olarak gördüğü gerçeklikle nasıl yüzleştiği de ele alınıyordu haliyle. İslam’ın, insanın hayatını ibadetlerle nasıl ve ne şekilde anlamlandırdığına da şu şekilde vurgu yapıyordu:
“Gerçek bir Müslüman günde beş vakit kıldığı namaz ve her yıl bir ay tuttuğu oruçla monotonluktan kurtulur. Bu ibadetler, gündelik hayatın metafizik gölgesinde yeniden değerlendirilmesini sağlar. Hayatın sıradanlığını aşar ve kutsallıkla temas eder.”
Yazıda Camus’nün başkaldırı ahlakını İslam’daki cihat kavramıyla ilişkilendiriyor ve bu iki kavramın özündeki ortaklığı ise şu sözlerle ifade ediyordu:
“Camus’ye göre başkaldırma ahlakı, insanın kötülüklere karşı koyma cesaretidir. İslam’da da cihad, insanın kendisi ve dünya üzerindeki kötülüklere karşı verdiği kutsal bir mücadeledir. Bu mücadele, sadece fiziksel savaş değil, ahlaki ve sosyal sorumluluklarla da yürütülür.”
Yazıyı okudukça açılan kapı şöyle bir ses veriyor; Camus’nün din eleştirileri, İslam’ın farklı bir ışık altında nasıl yorumlanabileceği üzerine bir zemin oluşturuyor. Camus, dini absürtten kaçış olarak görürken, yazar İslam’ın absürdü aşmaya yönelik bir cesaret sunduğunu savunuyor:
“Gerçek İslam, absürdü inkar etmek yerine, onunla yüzleşmeyi ve onu aşmayı öğütler. Namaz, oruç ve diğer ibadetler, insanın yalnızca ölüm ötesine yönelik değil, bu dünyada da anlam bulmasını sağlar. Müslüman için dünya, sadece geçici bir konaklama değil, Allah’ın nimetlerini deneyimleme yeridir.”
Yazıda bir diğer ilgi çekici nokta da Camus’nün tarih anlayışı. Camus, tarihi kötülükle özdeşleştirirken, Esat Arslan İslam’ın bu noktada farklı bir perspektif sunduğunu belirtiyor:
“Tarih, kötülüğün yanında iyiliği de içinde barındırır. İslam’ın bakış açısında, tarih insanların imtihan sahnesidir. Kötülükler karşısında sabır ve mücadele, insanı olgunlaştırır. Ve bu mücadele hem dünyada hem ahirette anlam kazanır.”
Sırada Camus’nün sanat temelli başkaldırı anlayışı. Yazıda beniö için en dikkat çekici konu. Camus’nün sanatı başkaldırı için model olarak almasını İslam’ın sanat anlayışıyla bağdaştırıyor: Bu benim Hz. Ayşe’nin Minderi isimli kitabı okuduktan sonra edindiğim bir perspektifti. Camus’da yakalamak da Esat Arslan sayesinde oldu.
“Sanatçı, somut gerçeklikten hareket eder ve bu gerçekliği güzellik için dönüştürür. Hazreti Muhammed’in tarihsel reformları da bu anlayışa benzer. Onun idealleri, insan kapasitesine uygun olarak adım adım hayata geçirilmiştir. Bu da İslam’ın reform ruhunun, Camus’nün başkaldırı estetiğiyle uyumlu olduğunu gösterir.”
Tüm bu insicam içerisinde Camus’nün, Tanrı’ya ve dine karşı yönelttiği eleştiriler, İslam bağlamında yeniden yorumlanmış ve bu oldukça etkileyici bir konu. Camus’nün bozulmuş Hristiyanlık anlayışı üzerinden yaptığı eleştirilerin, İslam’a uymadığı da tüm dinleri aynı potada Camus’un diliyle eleştirenlere bir tokat niteliğinde:
“Kuran, Müslüman’a sorgulama hakkı verir. Hazret-i İbrahim’in Allah ile tartışması, Kuran’da övgüyle anlatılır. İslam’da Tanrı-insan ilişkisi, bir kral ve köle ilişkisi değil, bir dostluk ilişkisidir. Tanrı, insanı yaratırken ona kendi varlığından üfler ve onu özgürleştirir.”
Sonuç olarak Camus’nün felsefesinin İslam’ı taze bir şekilde anlamaya ve yeniden yorumlamaya bir kapı aralayabileceği savunuluyor, bu bizim tarih boyunca yakalayamadığımız bir perspektif, nazar… Çok etkileyici…
“Gerçek İslam, absürtlükten bir kaçış değil, hayatın tüm kötülüklerine karşı başkaldırmayı vazeden bir dindir. Camus’nün cesur başkaldırısı, İslam’ın ruhunda yankılanır ve onun absürt felsefesi, İslam’ın varoluş şuurunu yeniden anlamlandırmak için bir fırsattır.”