Kimin konuşmayacağına karar verme yetkisi

Parlamento kelimesi Fransızca ‘parler’ kelimesinden geliyor. ‘Parler’ konuşmak demek.

1722’de Paris sefiri Yirmisekiz Mehmet Çelebi kelimeyi dilimize aktarıyor. Dolayısıyla parlamentonun ana işlevi, içinde konuşulan yer olması.

Bizim daha çok tercih ettiğimiz Meclis kelimesi de benzer bir kökene sahip. Arapça oturulan, konuşulan, sohbet edilen yer anlamından hareketle ülkenin ‘konuşularak’ yönetildiği, iktidarın ‘konuşularak’ denetlendiği, hükümetin de konuşarak derdini anlattığı mekânın adı olmuş.

Diğer alternatif olan ‘şura’ kelimesi de ‘danışılan, konuşulan’ ortam anlamına geliyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi de Osmanlı’daki Mebûsan Meclisi’nden bu yana, sözünü ettiğim tanımları fazlasıyla hak ediyor aslında. Cumhuriyet’i kuran Birinci Meclis tutanaklarında konuşulanlar, Milli Mücadele’yi yürütenlere karşı ifade edilenler o günün şartlarında hiç de yenilir yutulur değil.

Ankara’da belirlenen listelerle laf olsun diye yapılan onaylama seçimlerinin 1950’ye kadar silikleştirdiği meclis oturumlarını paranteze alırsak TBMM yine konuşulan bir yer. TBMM ve Türk siyasi tarihi de orada kimin konuştuğu kadar kimin konuşturulmadığı üzerinden yazılıyor.

AK Parti’nin geçmişindeki Millî Görüş hareketinden bu yana en güçlü silahı hep söz ve o söze kıymet veren toplum oldu. Öyle ki 1991-1995 arası dönemde Necmettin Erbakan, Abdullah Gül, Yasin Hatipoğlu, Oğuzhan Asiltürk, Mukadder Başeğmez gibi isimlerle 37 kişilik Refah Grubu’nun tek başına ‘konuşarak’ meclisi kilitlemeyi başardığı vaki idi.

Gerçi aynı mecliste DEP milletvekillerinin bazıları konuşacak hatta yemin edecek kadar bile kürsüde kalamamışlardı. Konuşmalarına değil varlıklarına bile katlanamayan diğer vekillerin oyları ile çoğu milletvekilliğini kaybetti.

Aynen 1999’da seçilip de yemin bile edecek kadar kürsüye gelemeyen Merve Kavakçı gibi. Onun da derdi kürsüde kendisini seçenlerin verdiği yetki ile varlığına bile tahammül edemeyen diğer milletvekillerinin önünde konuşmaktı. Ama o kürsü Ecevit’in sözleri ile “Burası devlete meydana okunacak yer değil.”di.

O zamanlar mecliste varlık mücadelesi verenlerin bir kısmının kurduğu AK Parti de bir yıldır Can Atalay’ın o kürsüde yemin edememesi için mücadele ediyor. Öyle ki bu mücadelelerinde gösterdikleri kahramanlık asıl ve tek işi konuşmak olan Parlamento üyelerini konuştukları için yumruklamaya kadar vardı.

Meclis kürsüsünde kimin konuşup kimin konuşmaması gerektiğine karar verme sırası artık Alpay Özalan’da cisimleşen AK Parti grubunda. Yediği yumruk ile devrilen Ahmet Şık’ın kazara iktidar olsa karşısındaki herkesi içeri atıp diktatörlüğün en alasını kuracak ahlaka sahip olması mevcut durumu değiştirmiyor.

Daha düne kadar sözü yükselten, kendisine karşı getirilen eleştirilere söz ile karşılık veren AK Parti’nin geldiği yer, bambaşka bir tarza evrilme işaretleri veriyor.

Bir yanda, mecliste ve dışarda kimin konuşup kimin konuşmaması gerektiğine, ne konuşup ne konuşamayacağında karar verme yetkisini kendisinde görüyor.

Diğer yanda ise söze karşı eskinden söz ile mukabele ederken artık eleştirilere meclis dışında kolluk kuvvetleri ile meclis içinde ise kaba kuvvetle karşılık veriyor.

Bunda koalisyon ortağı ve yol arkadaşı olarak seçtiği MHP’ye benzeşmesi midir ana etken yoksa aslında MHP olmasa da buraya gelir miydi ayrı tartışma konusu.

Ama gelinen noktada kendisine karşı baskılara, yasaklara, post-modern darbe girişimlerine söz ve siyaset ile karşılık veren AK Parti’nin sokak röportajları ya da meclis kürsüsünde ifade edilenler karşısında alet çantasında güçten başka işe yarar alternatif kalmamış görünüyor. İktidarın devamı için ‘söyletmen’ mantığı artık günün geçer akçesi.

Yaşar Kemal Ağrı Dağı Efsanesi’nde Osmanlı’nın da halktan nasıl koptuğunu, gücün Mahmut Han’ı nasıl dönüştürdüğünü, halkın sessiz de olsa nasıl Ahmet’in yanında olduğunu anlatır.

Efsane boyunca defalarca Paşa’ya yaptığı yanlışlardan dönme fırsatı çıkar. Biraz kulak verse halkın kimin yanında olduğunu göreceği belki de halkın kalbini tekrar kazanacağı imkanlar belirir. Komşu Paşalar ‘yaptığın yanlış’ der. Mahmut Han için iktidarının, söylediği sözün sarsılmaması her şeyden önde gelir.

Yaşar Kemal’in efsaneye ruh veren diliyle Mahmut Han’a karşı kurduğu cümle memleketin son on yılına bakınca sanki hala durduğu yerde duruyor:

“Sen Osmanlı olmuşsun Paşa. Yoksa bir [iktidar] için bu işleri başımıza açmazdın. Baban Bey’di, sen Paşa olmuşsun.”

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum