Kendimizin câhiliyiz

Biz Türkler, Müslüman olmadan da büyük dünya gücüydük. Bin yılı aşan Müslümanlık devresinin yarıdan çoğunda zaten birinciydik. Bunu sadece kılıç zoruyla yaptığımızı sananlar, insan, hayat ve tarih bilmeyenlerdir. Uzun süre hükmedebilmek, ancak idare gücüyle, kültürle, medeniyetledir.

Yarattığımız yüksek kültürün zaferleriyle anacağımız bir tarihin çocuklarıyız. Osmanlı Türkiyesinin üstünlüklerini, kurduğumuz yüksek yönetim ve hayat değerlerinde arayacağız. O muazzam devlet tecrübesinin, yani kendimizin cahiliyiz. Üstelik Osmanlıyım diyenimiz de, mesafeli bakanımız da aynı cehaleti kutsar görünüyor.

YARATTIĞIMIZ ŞAHANE YAŞAMA KÜLTÜRÜ

Diyeceğim o ki yarattığımız yaşama kültürünü anlamak şöyle dursun, ana hatlarıyla bilmekten fersah fersah uzağız. İdare anlayışı başta gelir. Derinliğine nüfuz edebilmek için şiirden ve mûsikîden girmek gerekir. Gösteri sanatları, Plastik sanatlar ve şahane şifahi kültür, yaşayış özelliklerini duyuran olaylar, resimler ve isimlerle ilerlenebilir.

Artık başka bir zamanda ve başka bir iklimde yaşıyoruz. İlber Hoca, 1928’den sonraki neslin o dünyaya nüfuz edemeyeceğini söyleyince itirazlar yükselmişti. Dediği, doğrudan alfabeyle bağlı bir mesele değildir. Hoca, yeni alfabeye geçişi doğru bulur. Kısaca, o dünyadan epeyce uzağa düştüğümüzü söylüyor.

Daha eski nesillerimiz için de söyleyeceğimiz problemler var: Yaptıklarımızı nesirle anlatmadık. Resimle tespit etmedik. Yapmayı ve yaşamayı, anlatmaya tercih ettik. Yahya Kemal’in, “Roma’nın şarkını fethettiği andan sonra/Yüce dağlar gibidir gördüğün iş Türkoğlu!” beytiyle açtığı Hayal Beste şiiri de acıyla bunu söyler.

“SELDEN KÜTÜK KAPARAK”

Kayıplara yanmakla yetinmek mağlubiyete mağlup olmaktır. Yenilmeyenler sayesinde buradayız. İmparatorluğun son neslinden bazı isimlerin hızla kaybolan değerleri tespit gayreti muhteşemdir. “Selden kütük kapma”ya benzer iştir. Onların devamcısı bir avuç insan da o kültürü kurtarılan kadarıyla aktarmaya ve yenilemeye çalıştılar.

Elimizdekiler, eskiden yazılan ve saklananlarla beraber bunlardır. O kültürü bilmede yeni çalışmalarla ilerleyeceğiz. Yüzünden bilmek yetmez. İçeriye gireceksiniz. Çünkü bu bizim hayatımızdır.

HATTAT ALİ TOY’LA SÜRPRİZ KARŞILAŞMA

25 Ocak’ta İstanbul’daydım. Elli beş yıldan beri nesillerimizi besleyen-mayalayan Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nda Ârif Nihat Asya konuştuk. Sohbet sonunda büyük masada açılmış bir hat levhasını görmek üzere çağırdılar. Kûfî dediğim, aslında Ma’kılî hatla yazılmış Şeyh Gaalib beytini görünce şaşırdım. Yıllar öncenin bir hoş hatırasına gittim.

Önce o zemini anlatayım: 1987’de, Türk Klasik Sanatları’nın dünyadaki bir numaralı uzmanı M.Uğur Derman üstadımızla 11 bölümlük klasik sanatlar belgeselini hazırlamıştık. O zaman üç beş hat sanatkârı ve onların birkaç öğrencisi vardı. Hatta ilgi patlaması o yıllardan sonradır. Belki bu gelişmeyi ayrıca yazmalıyım.

1991’de Fuad Başar’a Bu da geçer yâhû ısmarlamıştım. O günlerde, ta’lik üstadı, edebiyat profesörü Ali Alparslan Hoca ile Laleli’de bir lokantada yemek yiyorduk. “Hocam” dedim, “Efendimsin cihanda i’tibârım varsa sendendir/Meyân-ı âşıkanda iştihârım varsa sendendir’ beytini de talebeniz Ali Toy’dan isteyeceğim”.Sana ben yazayım” dedi. “Hocam sizin 25 yıl mühlet verdiğinizi söylüyorlar. Sıra bekleyen de çokmuş” dedim. “Merak etme, sana daha erken yazarım” dedi. Ne çare ömrü vefa etmedi ve birkaç yıl sonra göçtü.

İşte Ali Toy’un ma’kılî’den yazıp konferans için geldiğimi duyunca getirdiği o beyitti. Hocasının verdiği sözü o yerine getiriyordu. Ali Bey’in bunu nereden duyduğunu orada soramadım. Telefonunu, kendisi gibi mimar, Kubbealtı Vakfı Başkanı Sinan Uluant’tan alıp arayınca mesele anlaşıldı. Meğer Fuat Başar ve Ali Toy, TRT’de beni ziyarete geldiklerinde söylemişim.

“HARFLERİN MELEĞİNİ ÇAĞIRANLAR”

Bu yazıda, Ali Toy’un, o kültürle bağımızı diri tutan yüksek temsil gücünü anlatmak niyetindeydim. Söz genişledi ve hepimiz için değer taşıyacak değerler bütününü onun vefasından hareketle düşündürmek ön aldı.

Hattın yüceliklerini yaratan o yüksek kültüre uzaklığın bozucu etkisi her yerde karşımıza çıkıyor. Kendine güven ve kimliğini sahiplenme ancak tarihi bilmekle gelir. Ali Toy, Fuat Başar, Hüseyin Kutlu gibi hakkıyla devlet ödülü almışlar, o kültürü bugünde devam ettirme derdindeler. Görünüşe göre itibar da görüyorlar. Hizmetleri, himmetleri her türlü takdirin üstündedir.

Yalnız, son yıllarda bu güzel yolun değerine saldıran bir yozluğa kapıların ardına kadar açıldığı da açık. Klasik sanatlar, belediyeler, vakıflar ve dernekler eliyle açılan kurslarda sanki herkesin yapabileceği bir işmiş gibi gösteriliyor. Özellikle Ebru teknesi başındaki gösteriler, Mevlevî Semaı’nın olur olmaz yerde malzeme olarak kullanılması gibi –affedersiniz- soytarılıklar değerlere kılıç sallıyor.

Bu yozluğun hayatımızı yozlaştırmasını nasıl önleyeceğimizi düşünecek ve konuşacağız.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
  • Galip Çakır / 02 Şubat 2025 10:57

    Çok güzel bir yazı.
    Elinize sağlık.

    Yanıtla (0) (0)
  • HAYRETI MUCIP / 30 Ocak 2025 14:51

    Müslüman olmadan önceki halimizi bilemem , o konuda bilgi sahibi degilim ,gerçi bildiğim kadarıyla pek bir şey de yok .
    Ama müslüman olduktan sonra at üstünde kılıç salladık, ganimet topladık , cariye ve acemi oğlan devşirdik, insanlığa ve medeniyete bir tek çivi çakmadık !
    Yazarımız lütfedip bilgi verirse sevinirim !

    Yanıtla (1) (5)
  • Bilal / 30 Ocak 2025 14:04

    “Biz Türkler, Müslüman olmadan da büyük dünya gücüydük”
    Öyle tabii!
    Orhun Kitabeleri/ Türk Dikilitaşları; 732 - 736= 8. yüzyılın birinci yarısı.
    Kubbetüssahra/ Hz Ömer Cami; bitişi; 691= 7. yüzyılın sonu.

    Yanıtla (2) (0)
  • orcan tanyalçın / 30 Ocak 2025 09:51

    Pek methettiğiniz o geçmiş sanki aramızda bir casus gibi geleceğini katletmek için ne gerekirse yaptı. Geçmişin değerli kılınması, muhasır medeniyet seviyesine meydan okuyacak düzetle olur diye düşünüyorum. Maalesef bu da hat, ebru, sema, şiir meselesi değildir. Demem o ki, bir abide gibi dikil ki destanlara sığma, şiirler yazılası, resmedilesi olasın. Kendi kendine övüneceğine sana imrensinler, hayran olsunlar, seni övsünler. Elif Lam Mim nedir? Bilmiyorsan kahrolmaya mahkum olursun.

    Yanıtla (1) (1)