‘Emes bulaşıcı bir hastalık değildir!’
Ankara’nın ortasında, Kızılay’da gördüğüm bir tabela. Şöyle yazıyor üzerinde: “Emes hastalarını toplumsal hayattan dışlamayalım, Emes bulaşıcı bir hastalık değildir.” Altında bir devlet kurumunun adı ve tanıtımı var.
Dolandırmadan söyleyelim sözü. Şimdi biz hastalıklara bulaşıcı olup olmaması gözüyle mi bakacağız? Bulaşıcı değilse sorun yok, ne âlâ! Peki ya veremse hastamız, o zaman ne yapacağız? Uzak durmamız, dışlamamız gerekiyor herhalde.
Hangi niyetle yazılırsa yazılsın, son derece tehlikeli bir söz. Tehlikeli ve iç kanatıcı.
“Ben devletim!” diyor yani, tabelaya o sözü yazan zihniyet. “Ben devletim ve hastalık tarifini benden alacaksınız; sadece hastalıkları değil ahlakı da başka şeyleri de benden öğreneceksiniz!”
Bu bakış kabul edelim ki hayli sorunlu bir bakış. Böyle bir zihin yapısı var karşımızda. İşimiz zor. Zorluğu aşılmaz hale getirense halkımızın yaklaşımı. Halkımız da “gönül rızasıyla” kabul ediyor düşünülmeden sarf edilen o sözü. “Aman dışlamayalım Emes hastalarını, şefkat gösterelim onlara!” diye onaylıyor. Sonra elini kulağına götürüp parmaklarıyla tık tık sesi çıkarıyor, “Aman bizim başımıza gelmesin!”
Halkımızın engelli meselesine ve engellilere nasıl baktığını iyi kötü biliyorum. Birkaç sene önce engelli çocuklar üzerine yapılan bir araştırma okumuştum. Mevzu uzun, araştırma kapsamlı ama sonucunu söyleyeyim burada. Halkımız genel olarak engellileri -ve tabii engelli çocukları- uzaktan sevmeyi tercih ediyor. Dokunarak, hissederek değil. Onların dünyasını gerçekten paylaşarak değil. Takip edenler bilir epeyce yazı da yazdım o mevzuda.
***
Bir de otuz kişilik sınıfta bir engelli çocuğun başka okula nakli için imza toplanmıştı bir keresinde, onu hatırladım. O tek engelli çocuk diğer çocukların moralini bozuyormuş çünkü, psikolojilerini bozuyormuş, kötü örnek oluyormuş kendi çocuklarına. İmzacı çoğunluk imza vermeyen üç dört veliyi de yadırgamıştı.
Canımızı sıkan, gönlümüzü daraltan mevzular…
Kafam bozuk yani. Ama biraz da bozuk olsun kafalarımız. Bozuk olmayan kafa ıslah olsun, ne diyeyim başka!
Ayrıca, -ayrıca değil- mevzu ile doğrudan alakası var, kronik ya da tedavisi olmayan bir hastalık kavramı mı var Allah aşkına? Yok gerçekten.
Herhangi bir hastalık, ister emes olsun ister cüzzam, isterse kanser, bunların hepsi bir insanın başına gelebilir. Yapacağımız belli. Dikkatli yaşarız, tedbiri elden bırakmadan yaşarız. Tedavi yollarını ararız.
Eğer siz imtihanı yalnızca kalem kâğıtla cevap vereceğiniz sorular bütünü diye algılıyorsanız, hasta olan her insan sizin için “aman bana bulaşmasın” cümlesinin içinde kaybolup gider. Kaybolup giden şey ruhunuzdur aslında.
İnsanları maruz kaldıkları hastalıklarda bile yalnızlığa mahkûm eden zihniyetimiz ve dünyamız üzerinde daha çok düşünmemiz gerekiyor.
Not: Yazıyı Karar’a göndermeden tıp fakültesi son sınıfta okuyan arkadaşıma gönderdim. Aşağıdaki ilaveyi yaptı.
“Nöroloji servisinde çok fazla MS hastası gördüm. Gerçekten tedavi süreci çok zor. Atakları engellemeye çalışıyoruz ilerlemesin diye. Bu bahsettiğin zihniyet dışardaki insanlar için değil sadece. Tıp öğrencileri bile kronik hastalıkla uğraşmayacakları ve o hastalarla en az temas edebilecekleri bölümlerde uzmanlaşmak istiyorlar. Maalesef. Evet birlikte çok düşünmemiz gerekiyor.”