Kanıksama
Hukuk dışı ya da keyfi bir kanun uygulaması ilk yaşadığında sarsıcı olur, ama insan bu tür bir “ilkler”in aslında bir “son”, yani bir istisna olduğunu düşünür. Uygulama tekrarladıkça, bir paradoks oluşturur. Hem korkulan olur, istisna ve hukuksuzluk kurala dönüşür, hem tekerrür kanıksamaya yol açar. Endişe salan ilk ağrı, zamanla bildik, tolere edilir bir sızıya dönüşür.
Kanıksama, otoriter rejimlerin, korku kadar önemli bir unsurudur.
Örneklerini dünden bugüne pek çok otoriter rejimde görmek mümkündür.
Kanıksama, beraberinde sıradanlaşmayı, zamanla toplumsal kabulü getirir. Sonra kuşaklar bu kabulün yeşerdiği dünyaya doğar, kabulü benimser, belki de desteklerler.
Gezi olaylarında 10 yaşında olan çocuklar, bugün 21 yaşında. Ülkede ilk kayyum atamasında 10 yaşında olanlar bugün 20 yaşında.
İktidar şiddeti, keyfilik ve otoriterliğin içinde büyüdüler.
Kanıksama…
Ülkenin bilinen, takip edilen, farklı eğilimleri temsil eden iki gazetecisi Fatih Altaylı ile İsmail Saymaz hakkında, yaptıkları haber/ve/yorumlar nedeniyle "kamuoyunu yanıltma" iddiasıyla soruşturma açıldı. Basına göre, savcılık, bu gazetecilerin yaptığı haber/yorumun yanlış olduğu, yanıltma niyetiyle yapıldığı sonucuna, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın açıklamaları ve dezenformasyon bültenindeki iddialardan hareketle varmış bulunuyor.
Demek ki, memlekette, neyin doğru neyin yanlış olduğu söyleyen, dahası dikte eden en keskin otoriter düzenlerin propaganda birimlerini andıran bir devlet kurumu var. Adliye bu kurumu referans alıyor. Devlet kabul edeceği ve etmeyeceği haber, yorum, bilgi aktarımı, ‘dezenformasyon, kamuoyunu yanıltma” gibi büyük iddialarla yasak ve suç haline geliyor. Nasuh Mahruki’nin yaşadığı da sosyal medyayla ilgili benzer bir duruma işaret ediyor. AKUT eski başkanı, iktidar muhalifi Mahruki hakkında, gönderdiği bir tweet nedeniyle "yalan haber yayma ve yargıyı yanıltma" suçlamasıyla tutuklama kararı verildi.
Bıçak girdiği yerde derinleşiyor, ağrı hisseden yok, toplumda tepki yok…
Kanıksama…
Etki ajanlığı düzenlemesi de bu yüzden muhalefetin tepkisiyle karşılaştı. Yapılacak her haberi, her araştırma veya çalışmayı, keyfi bir iktidar yanlısı yorumla kriminalize edebilecek bir düzenlemeydi bu. İktidar temsilcileri hala savunuyor ve yeniden gündeme getirmek için fırsat kolluyorlar. Başka ülkelerde, Batı’da da var bu düzenleme diyorlar.
Demokratik düzenlerde bu tür kanunlar belki var ama uygulama hukuka uygun, hakaret-eleştiri sınırı birey ve özgürlük lehine çizilmiş durumda. Nitekim bu ülkelerde devlete ve kurumlarına hakaret suçundan açılan dava sayısı parmak sayılacak kadar az, biz de her gani gani. Cumhurbaşkanına hakaret suçu var bu ülkelerde, ama açılan dava neredeyse yok. Bizde ise her gün bir yenisi açılıyor, toplamı 4000’i geçti.
Kanun hükmüyle otoriterleşme…
Erdoğan’ın hukuk sandığı, demokratik düzen dediği bu.
Demokratik düzenlerde (ulusal güvenlik kimi istisnalar dışında) bir yorumun, bir bilginin, bir durumun, hatta bir dedikodunun bile toplum tarafından bilinme hakkı vardır, hele konu siyaseti ve siyasi iktidarı, toplumsal hayatı ilgilendiriyorsa. Bir bilginin doğru olup olmadığını ise özgür araştırmacılar ve bağımsız yargı belirler, devlet değil.
Erdoğan, televizyon dizilerine bile karışma eğiliminde, din kötüleniyor diyerek RTÜK’e dolaylı talimat veriyor. “Yasaklayın” diyor.
Aşırı otoriter, disipliner bir toplum uygulamasını derinleştirmekten başka bir şey yapmıyor.
Hep birlikte izliyoruz.
Çoğunluk umursamaz durumda, diğerlerinin ise eli kolu bağlı…
Velhasıl derinleşme ve kanıksama el ele gidiyor.