Kürt meselesi: Siyaset ve siyasetsizlik
Teslim etmek gerek: Siyasi iktidarın, onun da arkasında duran Cumhur İttifakı’nın bir süredir Kürt sorunu çatışma çözümü konusunda bir fikri, bir politikası var, hatta modeli var.
Bu modelin bir ayağında kültürel-toplumsal düzeyde vurgulu bir Türk-Kürt ittifakı, bir duygudaşlık ve bunun inşası üzerinden yol alma arzusu bulunuyor. Diğer ayak ise silahların bırakılmasıyla Kürt taleplerinin siyaset üstünden yol alması önerisine dayanıyor.
Aşrı devlet ve güvenlik eksenli görünen bu modele, DEM ile temas sonrası Öcalan’ın da dahil olması, Kürtlerin tereddütünü ve “oyuna gelmeyelim” kuşkusunu azalttı. Fikir SP, YFP dahil çoğu siyasi partinin desteğini alıyor. Bu durum, İYİ Parti ve Zafer Partisi’nin oluşturduğu karşıt cephenin gücünü kıracak nitelikte. Velhasıl ülke genelinde bir çözüm iklimi oluşmasına elverişli bir ortam var.
Bu çerçevede ana muhalefet partisinin tavrı doğal olarak çok önemli.
Dolaylı ve fiili bir toplumsal ve siyasi mutabakat oluşursa, arayış siyasi partiler üstü bir görüntü alırsa, barış ve silahların üzerine baskı imkanı gerçek anlamda artacaktır.
Peki CHP nerede duruyor?
Ana muhalefet partisi, ne yazık ki, bu konuda bir hava boşluğu içine sıkışmış gibi, kontrolsüz bir biçimde aşağı yukarı gidip geliyor.
“İşin neresinden tutabiliriz”, “ne önerebiliriz”, “yeni arayışa nasıl dahil olabiliriz” sorularından hareket etme yerine, bu işin “Erdoğan’a fayda getirmesini nasıl engelleyebiliriz” meselesine takılmış görünüyorlar.
Bu, bir takılma değil aslında.
CHP bakımından doğal bir hal. Ülke geleceğine dair tasavvursuzluğun, Kürt meselesine yönelik siyasetsizliğin ürettiği bir durum. Siyaseti, günlük pozisyon almalara, karşı çıkış ve polemiklere hapseden, politik sorunlara sorun sahipleriyle, kaygan bir empati ötesinde, tanım ve çözüm getirmekten uzak duran bir münazara kulübü tutumunun sonucu…
Sorunlar büyük kriz dalgaları yaratmadıkça, sorunlara köklü çözüm önerileri gelmedikçe, bu silik tutum siyaseti ikame eder gibi görünebilir, ama bugün olduğu gibi tersi durumlarda foya ortaya çıkar.
İlk çözüm sürecinde de durum benzerdi. CHP, “terör örgütüyle masaya oturuluyor” diye itiraz ediyor, “mecliste görüşelim” vurgusuyla siyaset yapıyormuş gibi görünüyor, esasen işi yokuşa sürüyor, çözüm sürecine itiraz ediyor ve atılan her adımda bunu dillendiriyordu.
Bu ikinci çatışma çözümü hamlesinde aynı yerde saymaya devam ediyorlar.
Dahası da var: Suriye’de Türkiye’nin bugününü ve geleceğini ilgilendiren bir oluşumun eşiğinde, Ortadoğu’ya dair fikirleri yok ve sıkılmasalar “karışmayalım bu işlere” diyecek kadar fütursuzlar. Enformasyonları yok, istihbaratları yok, analizleri yok, politikaları yok. Yaşadığımız dünya ve bölge devletleri eskiden olduğu gibi güçlü bir aktör haline getiriyor, siyasetle devletin ilişkisi yoğunlaşıyor. Siyasetin merkezine devlet yerleşiyor. Bunu dahi görmekten acizler. Görmeyince yön vermek, doğru bir model önermek de mümkün olmuyor.
Günlük pozisyon almalarla yol alma meselesinde bile darlık yaşıyorlar. 31 Mart seçimlerinden sonra pozisyon almalarla bir sentez partisi olma yolunda beklentiler oluşturan CHP, derine inemedikçe, siyaset üretemedikçe, kendisini tekrar dar siyasi parti itişmelerine hapsetti. Silah üretiminden dış politikaya, Kürt meselesine atılan her adımı, gündeme gelen her konuyu artan oranda “Erdoğan’a yarar mı getirir zarar mı verir” merceğiyle ele alıyor, yarar getireceğini düşündükleri konularda geri basıyor, psikolojik üstünlüğü kaybediyor, siyasi konu ve sorunların kendisinden çok, bu fayda boyutuna kilitleniyorlar.
DEM-CHP görüşmesinden sonra yapılan açıklamalar da tam olarak buraya oturuyor.