Dindar siyasetçi ahlaklı olmasa da olur mu?
İçinde yaşadığımız toplumun hali hazırdaki davranış kalıpları üzerinden bir değerlendirme yaptığımızda, derin bir ahlaki kriz yaşadığımızı söylemek yanlış olmayacaktır.
Gündelik hayatta insanların olaylar ve olgular karşısında aldığı tavır, hakikat temelli ideolojilerin tutarlı etik kodlarını bir bakıma boşa çıkarmakta ve hakikati insanın ahlaki benliği ve tecrübesi üzerinden yeniden sorgulamaya yol açmaktadır.
Elbette bütün dinler öncelikle ahlakı vazetmektedir. Zaten insan da fıtratı gereği, temel ahlaki ilkelere ve ‘iyi insan’ olma özelliğine sahiptir. Nitekim Hz. Peygamber “Ben iyi ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” derken, İslam gelmeden önce de ahlakın var olduğunu, insanların ahlaklı olma meziyetlerini kaybettikleri için bu zaaflarını tamamlamak üzere gönderildiğine işaret etmektedir.
Unutmayalım Hz. Peygamber, henüz peygamberlik vasfına sahip olmadan önce, yaşadığı Arap toplumunda Muhammed’ül Emin, yani iyi ve güvenilir insan olarak anılmaktaydı.
Ama ne yazık ki Türkiye dahil günümüz Müslüman toplumlarında gerek bireyler nezdinde gerekse yönetme makamında olanlar için ‘ahlaklı’ olmak gereksiz bir ayrıntı olarak görülmektedir.
Oysa ilahi hitaba muhatap olan insan gerek siyasette gerek ticarette, gerek yargısal kuralları işletmede, gerekse birebir insani ilişkilerde her zaman ahlaki prensiplere riayet etmek durumundadır. Kuşkusuz ahlaklı olmak, Müslüman olmaktan öte öncelikle erdemli insan olmanın bir gereğidir.
Bugün yaşadığımız örnekler üzerinden baktığımızda hem toplumsal anlamda hem de siyasette derin bir ahlaki çürüme ve yozlaşmayla karşı karşıya olduğumuz gerçeğini görmemek mümkün değil.
Çürüme öylesine derin ki devletin neredeyse bütün kurumlarında yaşanan kirliliği tarif etmek bile insana acı veriyor. Bir liste yapmaya kalksak, eminim yolsuzluğa, usulsüzlüğe bulaşmamış isim bulmakta bile güçlük çekeriz.
Her ne kadar bazı hocalarımızın kitabında, siyasi yöneticilerin bulaştığı akçeli kirlilikler ‘yolsuzluk’ sayılmasa da biz, İslam’ın yolsuzluğu lanetlediğini biliyoruz.
En son Yunus Emre Enstitüsü’nde yaşanan milyonlarca dolarlık yolsuzluk iddiaları nasıl bir ahlaki krizle karşı karşıya olduğumuzun en çarpıcı örneğidir. Türkçeyi ve Türk kültürünü dünya çapında tanıtma misyonuyla 66 ülkede faaliyet gösteren enstitüde, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın talimatıyla başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan 11 kişiden 9’u tutuklandı. Görevden alınan enstitü başkanı Şeref Ateş’in ise yurt dışına kaçtı. Denetimsiz sekiz yılın sonunda vakıf kasasının naylon faturalarla boşaltıldığı ortaya çıkmış bulunuyor.
Bu çerçevede Aile Bakanı Mahinur Göktaş'ın eşi Rahmi Göktaş ile MHP'li Semih Yalçın'ın oğlu Abdullah Kutalmış Yalçın da enstitüde başkan yardımcısı olarak görev yaparken soruşturma sürecinde kurumdan istifa etti.
Şu ana kadar iktidar cenahından, yolsuzluk iddialarını ciddiye alıp bu kirlilikten utandığını belirten bir tek erdemli ses yükselmedi. İşte toplumsal manada, hepimizi endişelendirmesi gereken esas derin yara da bu… Çünkü yolsuzluk meselelerini hep birlikte kanıksamaya başladık.
Ve doğal olarak insanlar umutsuz bir şekilde “İmtiyazlı şirketlere, devlet ihaleleriyle milyarlar aktarılıyor, emekliler, asgari ücretliler açlık sınırının altında maaş alırken bu şirketler sayısız vergi aflarına mazhar oluyorlar. Yunus Emre Vakfı’ndaki yolsuzluk iddiaları, bunların yanında devede kulak kalır…” benzeri hayıflanmaları dillendirebiliyorlar sadece…
Hangi perspektiften bakarsak bakalım, yolsuzluk ve usulsüzlüklerin sıradanlaştığı, liyakatli ve ahlaklı olmanın adeta ayıp sayıldığı karamsar Türkiye fotoğrafı var önümüzde.
Kabul edilmesi en zor olan da yolsuzluk algısının zirve yaptığı dönemin, dindar-muhafazakar hassasiyetler taşıdığını sandığımız AK Parti iktidarıyla birlikte anılıyor olmasıdır.
Bugüne kadar verdiği görüntüye bakarak söylemek gerekirse, AK Parti bu tür kirlilikleri çok da önemsemiyor. Ama bilinmeli ki özellikle yolsuzluk konusundaki algıyı, başka tür başarılarla telafi etmek hiç kolay olmayacaktır.
Bugün AK Parti iktidarı Suriye’deki gelişmelerden başarı hikayesi de çıkarabilir, Öcalan üzerinden Kürt meselesi konusunda önemli adımlar da atabilir. Ama toplumun yarıdan fazlası ekonomik krizin altında ezilirken, eğer yolsuzluklar konusunda güçlü bir temizlik harekatı başlatamazsa, milletin hafızasına yazılacak olan negatif AK Parti hikayesi yıllarca silinmez. Kimse CHP’nin hikayesini unutmasın… Tek parti döneminde milletin hafızasına yazılanları, yüz yıl sonra bile hala silebilmiş değil…