Ölmek mi yoksa yaşamak mı?
Türkiye’de pek çok şey genel geçer, beylik bilgiler üzerinden okunur; bu şekilde okunduğundan da hemen hiçbir konuda sağlıklı konuşulamaz. Ekonomi, tarih, coğrafya, sosyoloji vs. bilmeden derin değerlendirmeler yapmak, işin uzmanlarına kahvehane ağzı ile ayar vermek, büyük büyük laflar etmekten zevk alırız.
Uzman derken disiplinler arasında ilişki kurabilenleri kastediyorum. Yoksa bizde tek bir alanda –güya- uzman olan ya da başarılı olup bir yerlere gelen herkes kendisini her alanda uzman sanma eğiliminde.
Çok bariz olduğu için yazayım, özellikle ilahiyat kökenli hocalarımızın çoğu Arapça vs. bildikleri, Kuran’ı Kerim’i hatmettikleri biraz da hadis külliyatına hakim oldukları için tarih yazabilecekleri zannına kapılırlar. Hoş aynı durum tarihçiler için de geçerli.
Siyaseti de bilmiyoruz vesselam.
Siyasetçilerimiz de siyaset üretmekten acizler çoğu kez. Muhalefet zaten yıllardır bir türlü bu beceriyi gösteremiyor, sürekli Erdoğan’ın rüzgarında savrulup duruyor.
***
Osmanlıyı uzun süre ayakta tutan en önemli özelliği neydi? Pragmatik- faydacı olabilmesi ve dünyaya-çevresine uyum gücü. Çevresinde olan bitenlere kayıtsız kalmak yerine anında refleks geliştiriyordu. Ne zaman ki bu refleks zayıflamaya başladı işler terse gitti. Islahat çabaları doğru-yanlış hep bu becerinin ürünü idi.
Çöküşün aşırı şiddetli olmasının sebebi maalesef çeperimizdeki dünyanın çok hızlı dönüşmesi ve Batı’nın manifaktür üretimden sanayi tipi üretime geçmesi yetişmek için son ümitlerimizi de yerle bir etti.
Bütün bunların üstüne imparatorluğun küçüleceği aşikarken bizi yönetenler hala büyüme hayalleri kurdu, uluslararası dengeleri lehimize kullanabilecekken taraf olmayı seçti ve dahası ekonomimizin büyük bir savaşı kaldıramayacağı ortada iken savaşa adeta koşarak girdi. Zoraki bağlarla sınırlarımızı tutmak yerine, akıllı bir siyasetle gönüllü bir birlikteliği ve gerekirse mantıklı ayrılıkları ise hiç düşünmediler.
Sonuç ortada, idari anlamda bağlılık dışında kültürel olarak bağımızın az olduğu toprakları yitirmekle kalmayıp daha da fazlasını kaybettik.
***
Siyasi çizgisini tasvip etmesem bile MHP lideri Sayın Bahçeli’nin son dönemlerdeki çıkışlarını bu açıdan okumak gerek sanki. Türkiye’nin kanını emen ve gücünü zayıflatan bir sorunun çözümü için ilk kez taşın altına elini koyuyor. Dün, Bahçeli ve çevresinin her çözüm dendiğinde ortaya koyduğu tepkilerin şimdi kendisini vurması da gayet normal.
Şehit aileleri ve çocuklarını öne sürenler ne istiyor; intikam mı, huzur mu? Ateşin düştüğü yüreklerdeki acının bir tarifi, bir telafisi de yok! Ancak, bu acılar üzerinden kavgayı körüklemenin, sorunu-sorunları çözümsüzlüğe mahkûm etmenin bedeli yeni acılar olmayacak mı?
Şehitlerimiz, son neferimiz tükenene kadar savaşmamızı mı yoksa çocuklarımız için barış ve huzurlu bir dünya kurulmasını mı isterdi? Biz yalan dünyada, onlar gerçek; eğrinin, doğrunun ortaya çıktığı yerdeler. Eminim onlar da bizler için huzur ve barış temenni ediyorlardır.
Devlet Beyin uzattığı eli geri çevirmek yerine bizi zayıflatan, acıtan, kanatan yaraları saracak yeni bir yol inşa etmemiz gerekiyor.
Sabah akşam Yeni Osmanlı hayali görenlerin Osmanlı Tarihini yeniden ama hamaset yapmadan okuması, Türkçülük yapanların da “töre”nin ne olduğunu yeniden düşünmeleri gerekiyor. Osmanlı nasıl 600 sene ayakta kaldı, neden çöktü? Çevresinde ne oldu ne bitti ve biz neleri kaçırdık? Dünyada bizimkine benzer sorunlar nasıl çözüldü?
Bunların tahlilini doğru yapmak lazım, çünkü bize dünü doğru anlamak ve yarını sağlıklı inşa edebilmek için biraz feraset gerekiyor.
Bir şeylere “yok” demekle bir şeyler yok olmuyor. Suriye, Irak, Bulgaristan, Yunanistan, Çin vb. yerler için istediklerimizi kendimize ve insanımıza çok görüyorsak bizde zaten bir sorun var demektir.