Bir çivinin hesabından korkmak

Follu’nun Kahvesi’ni hatırlıyor musunuz? Hani gidip geldikçe kahve sakinlerinin ağzından politik yorumlar naklediyordum.

Çok oldu uğramayalı. Sonbahardan beri yolum düşmüyor.

Orada babamın yazları ikamet ettiği ev boş.

Özellikle torunlarım, Meriya, Emin ve Emel biraz hava alsın, köy ortamında serbestçe dolaşsın diye kalktık gittik Potlar Köyü’ne.

Hava önce fena değildi. Biz gittikten sonra soğumaya başladı.

Kaç senedir soba yakmamışım. Yaktım, ortalık duman oldu.

Meğer baca ağzına kadar kurum dolmuş. Bacayı, boruları temizledim, yeniden yaktım.

Limanda taze istavrit buldum. Gırgırlardan yeni inmiş. Aldım.

Evin yanında, dutun altında bir de mangal yaktım.

Torunlarım etrafımda.

Küçücükler. Biri 1 yaşını yeni geçti, biri iki buçuk, biri altı yaşında.

Mangal yaparken hiç işe yaramadıklarını söyleyemem.

Biz epeyce aradık, bulamadık, mangalın ızgarasını Meriya buldu mesela.

Henüz politika yok. Korona virüsü de yok.

Camiye gittim. Kış günü köy biraz ıssız. Camide cemaat az.

Camiden çıkarken komşularım beni hoşluyor.

Kimiyle el sıkışıyoruz.

Önce ellerini göğüslerine götürüyorlar. Sonra gülüp, boş ver diyorlar kucaklaşıyoruz.

Yani Korona’nın şakası, şamatası gelmiş buralara. Kendisi Allaha şükür gelmemiş.

Biz kucaklaşırken, cemaatten, tespihlerine devam etmekte olan bir ihtiyar bizi “Korona! Korona!” diye uyarıyor.

Follu’nun kahvesinde politika hiç konuşulmadı bu sefer.

Gündelik işler, küçük alışverişler.

“Arabayı kaça sattın?”

“Senin pat patı sat bana, kaça verirsin?”

“Senin tarla iyi yeşermemiş, gübre atacak mısın?”

Böyle ıvır zıvır işler.

Bir de tabii Korona virüsü.

Herkes Türkiye’nin korona salgınını iyi yönettiğinde hemfikir.

Halil Dayı’nın Mehmet, İsmail Dayım, Kerizin Osman, ben oturuyoruz.

Mehmet, dedemin eski laflarını hatırlıyor.

“Rahmetli Mehmet Ali Emice söylerdi” diyor, “Salgın hastalıklar çıkacak, çok adam ölecek, bina-zina çoğalacak, erkekler karılaşacak, karılar erkekleşecek.”

Dedemin böyle şeyler söylediğini ben de iyi hatırlıyorum.

Eski kitaplardan okur okur anlatırdı.

Kitaplarını bana gösterir, “Bana böyle kitaplar getir” derdi.

Bir defasında Abdülkadir-i Geylani’nin Gunyetü’t Talibin’ini almıştım. Bir de Ahmed Bican’ın Envarü’l Aşıkin’ini... İkisini de çok beğenmişti.

Sonra Halil Dayı’nın Mehmet dönüyor İsmail dayıma.

“Baban evliya gibi adamıdı” diyor, “Salgın hastalık, işte korona. Karılar erkekleşti, o da doğru.”

Mehmet’in babası rahmetli Halil Dayı dedemin yakın arkadaşıydı.

Hatıralara dalınca Kerizin Osman Halil Dayı’nın kul hakkına ne kadar riayet ettiğini anlatıyor.

Duvar örüyormuş Halil Dayı.

Akşam paydos ederken üstünü başını iyice silkeliyormuş. Üzerimde iş sahibinin kumu, çimentosu kalmasın diye.

Neden?

“Ahirette sorarlar, hesabını veremeyik.”

Bir gün cebinde bir çivi görmüşler.

“Ne gezdiriyorsun cebinde çiviyi” diye sormuşlar.

Bunu da Kerizin Osman anlattı.

“Bir yerde çivi çakarken cebimde kalmış” demiş, “Yarın aldığım yere bırakacağım.”

“Ne olacak bir çividen” demişler, “Gittiğine değmez.”

“Öyle deme” demiş, “Yerin altında, o daracık yerde, nasıl veririm ben çivinin hesabını?”

Bizim oralarda bunun türküsü de var.

“Oyle dema, oyle dema, oyle dersan ölecesun

Dokuz tahta altında ne cevap verecesun?”

Tek tük insanların elinde kolonya gördüm.

Bende de var. Bir tane arabada, bir tane cebimde.

Bir ara kahvedekilerin ellerine püskürttüm.

Hem ellerini uzatıyorlar, hem gülüşüyorlar.

Evet, bir ‘korona’ muhabbeti var. Korona siyaseti bastırmış.

Fakat, Mehmet’in babasının hikayesi koronayı da bastırdı.

Evet, eskiden, bir çivinin hesabını verememekten korkan insanlarımız vardı.

Şimdi de, inşaatın tamamını cebine sokup evine gidip rahat rahat uyuyan insanlarımız var.

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum