İnsan eğer sadece maddeden ibaret bir yaratık olsaydı elbise giydiğinde ve midesi doyduğunda bütün meseleleri biterdi. Ancak onda ruh, kalp, akıl, sır gibi bir kısım manevi duygu ve kabiliyetler vardır ki havaya, suya, güneşe olduğu kadar bunlar da manevi gıdaya muhtaç. Bunu başaramayanlar kendilerini aldatanlardır.
NİYAZİ BEKİ
Konuya başlamadan önce, samimiyetle belirtelim ki bu yazıdaki tespitler, Eyfel Kulesi’nden çevreye bakan kimsenin değil; işin içinde olan birinin tecrübelerinin ürünüdür. Bu anlatılanlar “sütten çıkmış kaşık” misalinden değil; “türlü türlü hamura karışmış bulaşık” timsalinden aktarılmaktadır.
İnsanın kendi kendini aldatması, tuhaf gelebilir. Şu var ki bu tuhaflık, insanların sürekli yaptığı bir gerçektir. Bir kimsenin kendini aldatması için önceden bunu planlamış olması, “Ben bu gün kendimi aldatırım” demesine gerek yoktur. İlim çevresinde kabul gören bir kural var: “İşler sonuçlarına göre değerlendirilir” diye. Bu prensibe göre, kişinin “kendi kendini aldatmış sayılması” için, işin başında bunu tasarlamış olması gerekmez; aksine işin sununda zarar etmiş olması yeterli bir faktördür. Bununla sonucu zararla biten her olayda kişinin kendini aldattığını da söylemek istemiyoruz. Çünkü insan, iradesi dışında gelişen olaylardan sorumlu tutulamaz. Ancak bizim konumuz özgür iradenin devrede olduğu din imtihanıdır. Burada kişinin aklını ve özgür iradesini nefsani arzulardan kaynaklanan zararlara taraf kullanması söz konusudur. Nitekim “Onlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar ama bunun farkında değildirler” (Bakara, 2/9) mealindeki ayette de çalışmalarının neticesi zararlı olmasından ötürü, kişilerin kendilerini aldattıklarına hükmedilmiştir. Konunun daha iyi anlaşılması adına ‘dünyayı ahirete tercih etme’ klişesiyle -Allah’a ve hesap gününe iman eden bizim gibi insanlara- birkaç misal vermekte fayda var.
Dünyayı ahirete tercih etmek, kendi kendini aldatmaktır
Bir kimsenin fani, geçici bir mekân olan dünya hayatını, varlığına iman ettiği ahiret yurdunun ebedi saadetine tercih etmesi, kendi kendini aldatması anlamına gelir. “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler” (İbrahim, 14/3) mealindeki ayet ve benzerlerinde dinin hükümlerini dünyalık menfaatler uğruna feda edenlerin çok yanlış bir tercih yaptıklarına işaret edilmiştir. Bu ayet gösteriyor ki pek çok insan ahirete inandığı halde, dünyayı ona tercih eder ve kendi kendini zarara sokmakla aldatır. İşte birkaç misal:
“Ey iman edenler! Cuma namazına ezan ile çağırıldığınız zaman derhal Allah’ı zikretmeye (hutbe ve namaz için camiye) gidin, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır” (Cuma, 62/9) mealindeki ayette yer alan Allah’ın kesin emrine rağmen, bir müşteriyi kaçırmamak için dükkanını kapatıp Cuma namazına gitmeyen kimse, dünyayı ahirete tercih etmiştir.
Yine “Bunu yapmazsanız (faizden vazgeçmezseniz), Allah ve resulü ile savaş halinde olduğunuzu bilin. Ama tövbe edecek olursanız, ana malınız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz” (Bakara, 2/279)mealindeki ayette faizle uğraşmanın ‘Allah ve Resulü ile savaş halinde olmak’ manasına geldiğine şiddetle vurgu yapıldığı halde, faiz kullanan kimse elbette dünyayı ahirete tercih etmiştir.
Keza “Medine’ye dönersek, üstün ve şerefli olanlar, aşağılık kimseleri oradan çıkaracak” diyorlar. Oysa üstünlük ve şeref tümüyle Allah’a, resulüne ve müminlere aittir lâkin o münafıklar bunu bilmiyor” (Münafikun, 63/8) mealindeki ayette, gerçek izzet, şeref ve makamın Allah’a itaat etmekte olduğuna dikkat çekildiği halde, makam ve mevki için dininden taviz verenler dünyayı ahirete tercih etmiştir. İnsanların iltifatını kazanmak adına riyakârlık, gösteriş, dalkavukluk yapan ve Allah’ın rızasını geri plana iten dünyayı ahirete tercih etmiştir.
Birçok ayetin yanında “Bizi aldatan bizden değildir” (Müslim, İman, 164) manasına gelen hadis-i şerifte de insanları aldatmanın ne kadar çirkin olduğuna işaret edilmiş olduğuna rağmen dünyalık bir menfaati için yalan söyleyen, müşteriyi aldatan kimse, dünyayı ahirete tercih etmiştir. Ufak ve de mevhum bir dünya sıkıntısı endişesiyle imanı güçlendiren, İslam’ı ders veren, takvayı, Allah’a karşı sevgi ve saygıyı öğreten atmosferlerden uzak duran, dünyayı ahirete tercih etmiştir.
Unutmamalıyız ki, insan eğer sadece maddeden ibaret bir yaratık olsaydı, elbise giydiğinde, midesi doyduğunda bütün meseleleri biterdi. Ancak onda ruh, kalp, akıl, sır gibi bir kısım manevi duygu ve kabiliyetler vardır ki havaya, suya, güneşe olduğumuz kadar bunlar da manevi gıdaya muhtaçtırlar. Bunun içindir ki refah, lüks ve konfora ulaşmış nice insan, ruh ve kalpleri aç olduğu için gerçek doyuma ulaşamamakta, huzursuzluktan kurtulamamaktadır. Ve bunlar da kendi kendilerini aldatanlardır. İşin garip tarafı bile bile bu zararlı işlere girenler -yalnız Allah’a ahirete inanmayanlar değil, aynı zamanda- bizim gibi mümin olan insanlardır. Yani biziz..
“İşte onlar, hidayeti sapıklıkla değiştirmiş kimselerdir. Fakat ne bu ticaretlerinden bir kazanç sağlamışlar, ne de amaçlarına ulaşabilmişlerdir” (Bakara, 2/16) mealindeki ayette, dünyayı ahirete tercih edenlerin her zaman zararda olduklarına vurgu yapılmıştır. Bu ayetten mülhem olan Arapça bir şiirde ne güzel ifade edilmiş:
“Hidayeti satıp dalaleti satın alanların aklına şaşarım
Dinini satıp dünyayı satın alanlara daha çok şaşarım
Bu ikisinden de çok daha fazla beni şaşkına çeviren
Başkasına dünyayı satın almak için kendi dinini satanlardır.”
Evet, ruh ve kalbine yabancılaşıp sadece maddesiyle ilgilenen, dünyayı bile bile ahirete tercih eden, fani dünyanın kırılacak şişeleri hükmündeki değersiz işlerini ebedi hayatın elmas hükmündeki işlerinden üstün tutan, geçici ve zehirli bala benzeyen gayr-ı meşru ve peşin bir kısım zevk ve lezzetler uğruna ahirette verilecek bitmez tükenmez lezzetleri elinin tersiyle iten, haram-helal demeden bulaşık bir hayat yaşayan kimseler maddi ve manevi hayatlarını tehlikeye atıyor. Bu kişiler hem dünya, hem de ahiret hayatlarını karartıyorlar demektir.
İşte böylesine dehşetli hastalıklara yakalanmamak için İlahi ölçülerin dışına taşmamak, şu geçici hayat yerine ebedi hayatı ön planda tutmak gerekir.
“Akıllı insan, kendini hesaba çeken ve ölümden sonraki hayat İçin hazırlık yapan kimsedir. Aciz/zavallı kimse ise heva ve hevesinin peşinde sürüklenmesine rağmen, bazı kuruntularla Allah’tan beklentiler içine giren insandır” (Tirmizî, Kıyamet 25; İbni Mace, Zühd 31) manasındaki hadis-i şerifin verdiği dersi bütün zerrelerimizle özümsememiz şarttır. Davranışlarını ahiretteki sonuçları dikkate alarak ayarlamak gerçek anlamda “akıllı kişi”lerin tavrıdır. “Herkes yarın için önceden neler gönderdiğine dikkat etsin” (Haşr, 59/18 ) mealindeki ayetin ifadesi “ölüm sonrası için denetimli çalışan”ların ne kadar isabetli ve akıllı işler yaptıklarını belgelemektedir. Nitekim hadiste yer alan “nefsini hesaba çeken” diye tercüme ettiğimiz ifadenin “kıyamette hesaba çekilmeden önce öz nefsini hesaba çeken kişi” demek olduğuna işaret etmiştir.
“Allah’a dayan saye sarıl hikmete ram ol, yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol!”
Ne mutlu İslâm’ın kazandırdığı iman şuuru içerisinde hayat sürebilenlere!