Kayıtsız şartsız teslim
Denir ki, İkinci Dünya Savaşı’nın son dönemlerinde Avrupa’da İngiltere, Amerika ve Sovyetler Birliği Almanya’dan; Pasifik’te ise Amerika Japonya’dan “Kayıtsız şartsız teslim” olmasını istemeseydi de müzakereye açık olsaydı, savaş çok daha erken bitebilirdi.
Elbette tarihte geri dönüp “Öyle olmasaydı da böyle olsaydı” demenin anlamı yok. Yaşanan yaşanmış ama tabii insan hayal kurmadan da edemiyor.
Avrupa’da savaş 7 Mayıs 1945’te Almanya’nın kayıtsız şartsız teslimiyle, Pasifik’teki savaş ise 15 Ağustos 1945’te Japonya’nın kayıtsız şartsız teslimiyle sonuçlandı.
Ama aslında her iki savaşın da kaderi belki bir yıl önce, belki daha bile önce belli olmuştu. Müttefikler kayıtsız şartsız teslim yerine başka şartlar dayatmış olsaydı, Nazi Almanya’sı ve teslim olmanın onursuzluk olduğuna inanılan bir kültürden gelen Japonya müzakere masasına oturmayı kabul etseydi, o son bir yılda ölenler, özellikle de Almanya’da Dresden’de, Japonya’da ise Hiroşima ve Nagazaki’de ölenler ölmeyecekti belki.
***
Şimdi Türkiye’de ayrılıkçı terör örgütü PKK ile 50 yıllık mücadelede de öyle bir noktaya gelindi ki, Türkiye PKK’dan kayıtsız şartsız ve müzakeresiz teslim olmasını istiyor; “Ya silahlarınızı kendiniz gömün ya da biz gelip sizi silahlarınızla birlikte gömeceğiz” diyor.
PKK’nın bu çağrılara ne cevap verdiğini veya vereceğini bilmiyoruz.
DEM Parti’ye “PKK’nın siyasi kanadı” demek haksızlık olur belki ama bu partinin PKK’dan ne kadar bağımsız olduğu da her zaman için tartışma konusudur. Şimdi o DEM Parti, tarihin garip bir cilvesiyle Türkiye’nin milliyetçilik şampiyonu Devlet Bahçeli’nin uzattığı bir el sayesinde açılan bir kapıda bazı temaslar yürütüyor.
Biliyorsunuz, bu partiden iki “makbul” isim Aralık ayı sonunda İmralı adasına gitti, orada PKK’nın kurucusu ve lideri, 1999’dan beri hapis yatan Abdullah Öcalan ile görüştü. Öcalan onlara bir şeyler söyledi, bu söylenenler üstü kapalı biçimde kamuoyuna da ilan edildi. Şimdi Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk Ankara’da kapı kapı dolaşıp Öcalan’ın kendilerine anlattıklarını aktarıyor. Bana soracak olursanız aslında daha çok dinliyorlar, çünkü Öcalan’ın görüşleriyle ilgili olarak kamuoyuna yansıyandan daha fazlasını bu temaslarında söylediklerine dair bir bilgimiz yok. Esas amaç, Türk siyasetinin verdiği ve vereceği tepkiyi ölçmek.
Onlar bu ölçme işini yaparken ülkemizin yegane karar vericisi konumunda olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu temaslara ve temasların varabileceği noktaya ilişkin bir çerçeve çizdi. Bugün de bazı gazete köşelerinde hala bu çerçeveyi anlamayanlar kaldıysa diye yazdırılmış köşe yazıları var, onlarda kırmızı çizgiler daha da belirgin.
Bu yazılan kesin ifadeli kırmızı çizgilere göre, bir müzakere, bir al-ver dengesi, bir “süreç” olmayacak Türkiye ile PKK arasında. Peki ne olacak? PKK kayıtsız şartsız teslim olacak, silahlarını gömecek. Tayyip Erdoğan’ın söylediği, Beştepe’den verilen bilgilerle beslenen bazı köşelerin yazdığı tam olarak bu.
Peki öyleyse DEM’in İmralı heyeti ne yapıyor? Bu temasları nereye varacak? O heyete ne gibi bilgiler aktarılıyor? Heyetteki üç kişi temaslarından hangi izlenimleri alıyorlar?
Eğer izin verilirse heyet bir kez daha İmralı’ya gidecek ve temaslarından aldıkları izlenimi Öcalan’a aktaracak ve aslında ortada olduğu bile tartışılır olan top Öcalan’ın sahasına geçecek.
Bilmiyorum Öcalan’a bir medya yasağı hala uygulanıyor mu ama internete erişimi olmadığı kesin. Öyle olunca da kağıda basılı gazeteler zaten çok anlam ifade etmediği için kendisine gazete verilse veya TV seyretmesine izin verilse bile alacağı bilgi sınırlı.
Yine de Öcalan’ın analiz yeteneğini küçümsememek gerekir; Türkiye’deki havayı ve kayıtsız şartsız teslim isteyen ruh halinin nasıl bir özgüvene dayandığını görüyor olmalı. Yani heyeti beklemesine gerek yok aslında.
Öcalan’ın bilmediği PKK’nın ne durumda ve hangi ruh halinde olduğu. Bunu biz de bilmiyoruz açıkçası ama bu örgütün Suriye’den çıkıp Irak’a geçmek zorunda kaldığı ilk dönemdeki kadar ağır bir kriz içinde olduğunu tahmin etmek zor değil. Suriye’de alanları bir kez daha daralıyor. Kuzey Irak’ta ise bütün genişleme çabaları duvarlara çarptı, Türkiye tarafından kuşatılmış durumdalar. Ve kendilerini hiçbir yerde güvende hissetmiyorlar. Yani aslında yenilgi halindeler. Kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul ederler mi? Göreceğiz.
Peki ama Devlet Bahçeli bu kapıyı neden açtı ve bütün bu temaslar neden yapılıyor?
Bu sorunun cevabı spekülasyonun alanı, bugünlük o spekülasyonlara girmeyeceğim ama durumu da görelim:
Ortada bir müzakere de yok, süreç de. Kararı esasen PKK verecek, Türkiye değil. Tabii bir de DEM Parti verecek. Sivil siyaseti, silahsız siyaseti savunmak için bir fırsat kapısı bu ortam. Bakalım onlar PKK’ya “Bırak silahları” deme cesaretini gösterecek mi?