Çöküşe bir çaresi olan var mı?
Geçim sıkıntısı çeken milyonlarca emeklimizin maaşlarını asgari ücret seviyesine çekebilmek için sadece bir yılda elli milyar dolar civarında para gerekiyor.
Şu an ekonomi yönetimimiz Dünya Bankası’ndan üç yıl içinde peyder pey ödenecek otuz beş milyar dolar kredi bulduk diye seviniyor.
Artık ekonomimizi düze çıkaracak yatırım projeleri için bize borç verecek birilerini aramıyoruz! Vadesi gelen borçlarımızı çevirebilmek, borcumuzu borçla kapatabilmek için çabalıyoruz.
Mevcut üretim verimliliğimiz, kalitemiz ve kapasitemizle, memur ve emekli maaşlarını, sosyal yardımları, askeri operasyonları, üniversiteleri, sağlık sistemini finanse etmeyi sürdürmemizin mümkün olmadığını biraz hesap kitaptan anlayan herkes görüyor.
Hemen herkesin aklına ilk gelen, devletin sıkı tasarruf tedbirleri alıp uygulaması, devleti idare edenlerin gün geçtikçe daha çok göze batan lüks harcamalarından, israflarından, dört beş yerden aldıkları ballı maaşlardan vazgeçmesi.
Bu tür tedbirler elbette çok gerekli ama problemi çözmek için yeterli değil.
Akla gelen ikinci tedbir artık ayyuka çıkan yolsuzluklarla, irtikaplarla, devletin soyulmasıyla mücadele.
Bu da çok mühim ama tek başına derde deva olmayacak bir tedbir. Yolsuzluk, hırsızlık, devletin soyulması büyük bir problem ama tek problem değil.
Pek çok insan, bir şekilde yolsuzluğun önüne geçilirse ekonominin düzeleceğine yürekten inanıyor ama bu başarılsa bile düşük katma değerli üretim, artan cari açık, sosyal güvenlik sistemimizin çok erken yaşta emekli edilen milyonların yükü altında çökmüş olması, adalet sistemimizin ve kamu denetim mekanizmalarımızın çürümüş olması gibi yapısal problemlerimiz giderilmiş olmuyor.
Dünyaya farklı ideolojik pencerelerden bakan gruplar, kendi meşreplerince çözümler öneriyorlar.
Borç ve inşaat rantı üzerine inşa edilmiş bir ahbap çavuş kapitalizmi kurarak ülkemizi bu çöküşün eşiğine getiren milliyetçi/muhafazakârların artık söyleyecekleri çok bir şey yok!
Sovyetlerin yıkılmasından sonra reçeteleri artık itibar görmez olan sosyalistler, çöküşün asıl sebebinin kapitalist/neoliberal politikalar olduğu iddiasıyla yeniden sahne almaya çalışıyorlar. İleri sürdükleri çözüm önerileri, genel olarak faturayı “kapitalist şeytanlar” saydıkları sermaye sahiplerinin sırtına yükleme çerçevesinde şekilleniyor:
- Nüfusun en zengin yüzde onluk dilimindekilere servet vergisi konulması
- Tüccarların fahiş kârlar elde etmesinin engellenmesi,
- Maaşlı çalışanların üzerindeki vergi yükünün azaltılıp sermayenin yükünün artırılması,
- Sermayeye yönelik teşvik ve istisnaların azaltılması
- Faiz, borsa, devlet tahvili gibi finansal araçlardan elde edilen kârların daha çok vergilendirilmesi
- Dar gelirli vatandaşların bankalardan aldıkları tüketici kredilerinin faizlerinin silinmesi
- Açlık sınırının altında geliri olanlara gıda desteği sunulması
- Köylüye ucuz tohum, gübre sağlanması, destekleme alımı, hibe gibi desteklerin verilmesi
- Lüks ithalatın vergilendirilmesi, sıcak para hareketlerinin kontrole tabi tutulması
Bu popülist öneriler maalesef bir takım eski ezberler ve tartışmalı varsayımlar üzerine kurulu.
Mesela servet vergisi konduğunda servet sahiplerinin başka ülkelere gitmeyecekleri, servetlerini yurt içinde tutacakları varsayılıyor.
Devletin hangi kârın "fahiş" olduğuna karar vermesinin doğuracağı problemler hesaba katılmıyor.
Sermayenin, yükü ne kadar arttırılırsa arttırılsın dayanacağı, kârlılığı düşse bile istihdamdan vazgeçmeyeceği zannediliyor.
“Doğru yönetilen” bir devletin, sırtına ne kadar yeni emekli ve memur eklenirse eklensin, hepsini besleyebileceğine inanılıyor.
Vadesi gelen çok büyük borçlarımızın nasıl ödeneceği konusu görmezden geliniyor.
Yani sosyalist çözüm önerilerinin ayakları yere basmıyor.
Liberallerin, devletin ekonomideki rolü iyice sınırlanarak sadece sözleşme hukukunu güvence altına alan bir hakem statüsüne indirgenmesini, girişim hürriyetini ve serbest rekabeti esas alan modellerinin ise bu büyük krizin ortasında karşılık bulması zor görünüyor.
Peki ne yapacağız?
Başka fikri olan var mı?