Sıradan insanın değeri...
Tam da burada sıradan insanın, emeğiyle ayakta duran bu ferdin mutlak değerine dair bazı sorular sorulabilir. Bu adam hastalanıp bir sağlık kuruluşuna gittiğinde nasıl bir muamele görecektir? Dilediği zamanda alanında yetkin hekime ulaşabilecek midir? Ulaşım, ilaç, görülmeyen giderlerini karşılayabilecek midir? Yoksa her fırsatta önüne paraya göre hizmet kalitesinin çıktığı bir hizmet teklifiyle mi karşılaşacaktır? Bir tanıdık, aracı bulmadan bu sıradan insan hak ettiği sağlık hizmetini alabiliyorsa ‘sıradan insanın değerinden’ ve onun yaşadığı ülkenin genel niteliğinden söz edilebilir. Aynı şekilde yumurta yetiştiren aynı adam bir hırsızlık vakasına maruz kalsa ve soluğu karakolda alsa, karşısına geçtiği memurun ona kulak verme derecesine bakılır. Eğer güvenlik hizmeti veren birim, karşısına çıkan kişiye daha ilk elden üst perdeden bakar, şikayetiyle ilgilenmez, yazılı kabul almaz hatta tavrı ve dolaylı diliyle başka taleplerde bulunursa yine bu sıradan insan üzerinden yansıyan toplum ve sistem kalitesine karşılık gelir. Toplumun genel kalitesi sıradan insandan kurumsal temsile devredilir. Kurumsal temsilin zirvesi devlettir.
Hemen dünyanın her yerinde hayatı temsil ettiği kadar çekip çevirenler sıradan insanlardır ve genellikle onlardan üst davranışlar ve yüksek düşünceler beklenmez. Bir meslek sahibi olmaları, bir iş veya hizmeti görüyor olmaları yeterli görülür. Yaş gruplarına, yaşadıkları bölgeye, aileye bağlı artı değerlere göre üç aşağı beş yukarı benzer özelliklere sahip olurlar sıradan insanlar. Kendi aralarında uzun vadeli fakat dar çevreli birlikler kurmaya da yatkın olurlar. Aralarında yeme içme zevki kadar küçük çaplı merakların yeşerttiği özerk alanlar bile açılmış olur çokça. Futbola, at yarışlarına, pikniğe, kahveye gitmeye, şans oyunlarına, maneviyata veya doğa sporlarına düşkün olanlar çıkar içlerinden. Genellikle sinemaya gitmezler, neredeyse pek az kitap okurlar ve günlük politikaya pek meraklıdırlar. Memur, esnaf, çiftçi, köylü, marangoz, şöfor, öğretmen, ebe, hemşire, matbaa işçisi, kargo elemanı, garson aklınıza ne gelirse onların hizasına biraz yaklaşıp biraz uzaklaşırlar.
Felsefe bir yana edebiyat, tiyatro, sinema gibi disiplinler, sıradan insanı yaratan genel karakterleri, ana çizgileri ve değişmez özellikleri keşfettikçe bir maden bulmuşçasına çalışır, çalışması gerekir. Çünkü sıradan insanın vücut dilinde, diyalekt ve düş dünyasında bir üst basamak sayılabilecek nitelikli insan hallerinin içlenişi barınır. Kimileri ne var bunda sıradan insanın hali/ halleri bir değer olarak yeterli değil mi diye soracaktır. Fakat bu soruyu geliştirenlerin hiç biri itiraz ettikleri durumu kabullenip o kişi olmayı kabule yanaşmayacaktır. Öyleyse, sıradan insan, kutsal, ideal bir varlık değil olmazsa olmaz, orta değerdir. Onun yıkılması, yoksul ve sefil düşmesi, asgari bilgi ve bilinçten alıkonulması yine toplumun ve onun organik yapısının yansıması olmaktan kurtulamayacaktır. İdeal olana bakabilmek için sıradan insanın temsiliği aynalığı şarttır.
Bütün ileri toplumlar sıradan insanın vasatı üzerinden yükselirler. İleri hukuk sistemlerine, sağlam kurumsal yapılara ve asıl önemlisi ortak yaşama kalitesine erişirler. Sıradan insanın, dini, politik, ırki, sosyolojik indirgemelerle kısır bir ilahiyata hapsedilip de vasatlığın bir çıkış değeri yetmedi adeta pozitivist bir şükür basamağı olarak dayatıldığı toplumlarda, gelecek ve ilerleme hiçbir zaman gelmeyecek hastalıklı bir distopya olmaktan çıkamayacaktır.