“Onun arabası var, güzel mi güzel, şoförü de var, özel mi özel”

“Artık “güzel araba” yok, hepsinin tasarımları “aynı” gibi, bu yüzden de Mercedes’i Honda’dan, Chevrolet’yi Suzuki’den ayıramıyorum, onların “aynı tipte” olmaktan doğan ruhsuzlukları ve sanki başka renkler yokmuşcasına hep beyaza, griye, lâciverte ve bordoya boyanmasından doğan renksizlikleri içimi daraltıyor.”

Günlerdir dilime “Araba” şarkısı dolandı, Mustafa Sandal “Onun arabası var / Güzel mi güzel / Şoförü de var / Özel mi özel / Bastı mı gaza / Gider mi gider / Maalesef ruhu yok / Onun için hiç mi hiç şansı yok” derken, sokaklarda aklına kanat takmışlar gibi şıkıdım şıkıdım dans edeceğim geliyor. Ama, şoför tamam da, Mustafa Sandal’a arabada katılmıyorum, çünkü artık “güzel araba” yok, hepsinin tasarımları “aynı” gibi, bu yüzden de Mercedes’i Honda’dan, Chevrolet’yi Suzuki’den ayıramıyorum, onların “aynı tipte” olmaktan doğan ruhsuzlukları ve sanki başka renkler yokmuşcasına hep beyaza, griye, lâciverte ve bordoya boyanmasından doğan renksizlikleri içimi daraltıyor.

Şimdi size, Paşazâde Fuat, Kabataşlı Ahmet, Ayaspaşalı Tevfik, Pastırmacı Aram, Matyos Kaynar, Muavin Süleyman, Beşiktaşlı İskender, Palabıyık İbrahim, Tatar Ahmet, Alkapon Süren, Fantoma Naim, Giyom Süleyman, Çarleston Süreyya, Arap Lütfü veya Cüce Hidayet desem, hanginizin aklına İstanbul’un eski taksi dolmuş şoförleri gelir? Oysa, son dönem Osmanlı İstanbulunda tulumbacılık ve kabadayılık nasıl birer alt kültür olmuşsa, Cumhuriyet İstanbulunun ‘80 öncesinde de taksi şoförlüğü öyleydi. Yeşilçam’ın Sezer Sezinli ‘60 yapımı “Şoför Nebahat”, Ayhan Işıklı ‘64 yapımı “Şoförler Kralı”, Sadri Alışıklı ‘65 yapımı “Sana Lâyık Değilim”, Kadir İnanırlı ‘76 yapımı “Taksi Şoförü” veya Orhan Gencebaylı ‘77 yapımı “Şoför” filmleri benim kuşağımdan çok kişinin zâten aklındadır, sadece onlara taksi dolmuş şoförlüğü alt kültürüne edebiyat açısından fener tutan Suat Derviş’in “Şoför Mustafa” tefrikasının da 16 Ekim 1963 ile 19 Şubat 1964 arasında Gece Postası gazetesine epeyce okur kazandırdığını ekleyeyim.

***

‘68 ile ‘75 arasındaki Bostancı-Kadıköyü taksi dolmuşlarını unutmam mümkün değildir, Chevrolet Belair’ın “Kaşmir mavisi”, “Çingene kırmızısı”, “Ufuk mavisi”, “Alacakaranlık gülü” ve “Hasat altını” renklerindeki ‘55 modelinin, “Çam tepesi yeşili”, “Nassau mavisi”, “Kalipso krem”, “Matador kırmızısı”, “Sherwood yeşili” ve “İnka gümüşü” renklerindeki ‘56 modelinin, “Kanyon mercanı”, “Coronado sarısı”, “Yayla yeşili”,”Matador kırmızısı”, “Sömürge kremi”, “Alacakaranlık incisi” ve “Yayla yeşili” renklerindeki ‘57 modelinin, yılına ve rengine uygun farklı farklı ruhlara sâhip olduğu muhakkaktı. Aynı güzergâhtan Chevrolet Impala’nın ‘59, ‘60 ve ‘61 modelleriyle, Playmouth Belverde’nin ‘59 modeli kuyruk kanatlılarıysa aklımdan hiç çıkmadı, şâyet Bağdat Caddesi’ne inip de Tan Sokak’tan dolmuş taksiye bineceksem, hep kuyruk kanatlılardan birini beklerdim.

***

Moda-Kadıköyü taksi dolmuşları derseniz, elbette Antranik Demircioğlu’nun ‘53 model Dodge’unu başa yazarım, arkadaşlarım bilir, Antranik ve onun ‘53 model Dodge’u vaktiyle benim “Marsyas’ın Cesetleri” isimli polisiyemi de şenlendirmişti. Aslında, rahmetli Antranik ağabeyimiz, taksi dolmuşçuluğa ‘46 yılında ‘38 model bir Plymouth ile başlamıştı, ondan sonra da sırasıyla ‘48 model Plymouth ve ‘50 model DeSoto kullandığını biliyorum. Bir ara, yani ‘80’li yılların ikinci yarısında ve ‘90’lı yılların birinci yarısında, şâyet hava yağmurlu ve soğuksa, Kadıköyü’nden Koço’ya her çıkışımda, mutlaka Antranik’in açık yeşil renkteki Dodge’una binmek gibi bir alışkanlık edinmiştim, tamam, ben “muhâfazakâr” biriyim, ancak asıl maksadım “sözlü tarih” çalışmasıydı, bu yüzden de Antranik Demircioğlu’ndan Moda’ya ilişkin hiç kimsenin anımsayamayacağı şeyleri o yıllarda öğrenmiştim. Bakın, ‘68 ile ‘75 arası derseniz, benim için tuhaf olan yegâne güzergâh, belki Üsküdar-Kadıköyü sayılabilir, çünkü o hatta en fazla ‘30’lu ve ‘40’lı yılların Dodge modelleri çalışırdı, aralarında birkaç da ‘37 model Buick Special ve ‘48 model Opel Kapitän vardı, ancak hepsinin müşterek özelliği külüstür olmalarıydı. ‘37 model Buick Special nasıl bir şeydir diye merâk edenler Ertem Eğilmez’in ‘74 yapımı “Mavi Boncuk” filmindeki “34 EK 236” plakalı arabaya, ‘48 model Opel Kapitän nasıl bir şeydir diye merâk edenlerse Karıncaezmez Şevki’nin artık fotoğraflarda kalan “34 ER 474” plakalı arabasına bakabilirler. Bu arada küçük bir hurde teferruâtı da sizin için not düşeyim: Hukuktaki ilk yılımda, ‘76 olmalı, Karıncaezmez Şevki olarak bilinen Şevki Güney’i Yenikapı sahiline inen yolun üstündeki Bekrii Mahmut’un salaş meyhânesinde tanımıştım. Rahmetli Cengiz Güngör beni Bekrii Mahmut’un meyhânesine Karıncaezmez Şevki orada demlendiği için götürüyordu. Her gidişimizde Karıncaezmez Şevki’yi Bekrii Mahmut’ta bulurduk da, bir gün olsun dahi onun Opel Kapitän’ını meyhânenin önünde görmemiştim. Cerrahpaşalı Karıncaezmez Şevki’nin saatte otuz kilometreden fazla basmadığını daha önceden biliyordum, ama demleneceği vakit taksi dolmuşunu mutlaka mahallesine bıraktığını Bekrii Mahmut’ta öğrenmiştim, bir de ona “Karıncaezmez” nâmını Orhan Eyüpoğlu’nun verdiğini.

***

Bizde ilk taksiler konusu biraz sıkıntılı, ama ‘26 yılında İstanbul’da 280 taksinin çalıştığı kayıtlardadır, taksi sayısı ‘41’de 1.750, ‘65’de 15.203 ve ‘99’da ise 17.416 olmuş. Eskiler ‘79’da kaldırılan ön sağ tarafın dışındaki taksimetreleri anımsayacaklardır. Taksimetre zorunluluğunun uygulamasına ‘25’de geçilmiş, ilk taksimetreler de sanırım Fransız malıymış. Onlardan gördün mü görmedim mi, şimdi çıkaramıyorum. Ancak, Alman yapımı “Argo”, Japon yapımları “Nishibe” ve “Sanwa” marka taksimetreler aklımda. ‘31’de İstanbul Belediyesi bir talimatnâme yayınlayarak ‘33 sonuna kadar bütün taksilerin “Tribleko” marka camı ve “Duko” markanın “A-1492” numaralı boyasının kullanılmasını istiyor, bütün taksilerin siyaha veya koyu yeşile boyanıp, üstüne sarı zırh çekilmesi bu dönemdedir. Taksiler ‘86’da sarıya boyandı, ‘88’deyse plakalarına “T” harfi kondu. ‘70’de sarı siyah bantlı dolmuş sayısı 705 iken, 15.203 damalının büyük kısmının taksi dolmuş olarak çalıştığı kesindir. Bir ara Amerikan malı eski taksileri sâhipleri iyi paralara yurt dışına satmıştı, kalanlarınsa sanayide sekizlik dolmuşlara dönüştürülmesi ‘80 sonrasındadır.

***

Anadol marka yerli otomobilimizin seri üretimine ‘66 sonunda başlandı, ilk yıl içinde yuvarlak ön farlı ve motoru 49 beygir gücünde olan tam 1.750 adet Anadol üretim bandından indirilmişti, bu model iki kapılı ve gövdesinin cam elyafıyla polyesterden olması nedenleriyle taksiciliğe de dolmuşçuluğa da uygun değildi. Anadol’un dört kapılı ve dikdörtgen farlı modeline ‘72’de geçildiyse de, nedense bu otomobiller taksicilikte pek rağbet görmedi, oysa ‘71 sonrasında Renault 12 ve ‘77 sonrasındaysa Murat 131 otomobiller süratle eski Amerikanların yerini almıştı. Amerikanların taksiden ve dolmuştan çekilmesi aslında İstanbul’un kaybolan renklerindendir, onlarla birlikte bir alt kültür de yok olmuştur: Edebiyatımızda taksicilik yapmış yazarlar kimlerdir diye sorarsanız, aklıma Hasan Kalender’in, Aydın Engin’in, Hasan Ali Toptaş’ın ve Vahap Taş’ın geldiğini söylerim, mutlaka başka isimler de vardır, ancak bilmiyorum. Oysa, edebiyatımızda, taksiciliğe bulaşmamış olsalar dahi yolları otomobille kesişenlerin ve bir otomobil hikâyesi olanların sayısı hayli fazladır. Örneğin, onlardan Mehmet Kartal hırsızlıktan yazarlığa atlamış biriydi, kendisini ilk Era Yayıncık’ta görmüştüm, sevimli ama hayli geveze biriydi, sanki askerlik arkadaşımmış gibi bana vaktiyle otomobilleri nasıl soyduğunu bir güzel anlatmıştı. Hasan Kaçan eski arkadaşımdır, onun bir küçüğü Metin Kaçan’ı tanıdığımdaysa henüz romancı değildi, Dolapdere’deki bir oto tamircisinde çalışıyordu. Haldun Taner’in taksilerdeki ve taksi dolmuşlardaki muhabbeti pek sevdiğini bilmeyen yok, üstâdımızın başının püsküllü belâsıysa “Mektep Sokak, No. 22” adresindeki Fehime Mülküs Hanım’ın köşküne kiracı giren Celâl Sılay’dır. Sadece Haldun Taner’in mi, hayır, sarhoş Celâl’e kim rastlarsa yandığının resmidir. Çünkü, Celâl Sılay, sağı solu hiç belli olmayanlardandır, şeker şurubu lezzetindeki bir muhabbetin ortasındayken, ya birden ağzına şeytan işeyebilirmiş ya da kim var kim yok herkese küsebilirmiş. Bir gün de Moda dolmuşunda Sabahattin Kudret onun yanına düşmüş, aylardır kafasını Celâl’in kendisine niçin küstüğü sorusu meşgul edip duruyormuş, halbuki en son birlikte köşkte yoğurtlu semizotu yemeğini kaşıklamışlar, öpüşerek de ayrılmışlardır, o günden sonraysa Sabahattin Kudret herkese Celâl’in semizotu yemeğini pek güzel yaptığını söylemiş. Ancak, bizim Celâl bu, delidir, nerede karşılaşsalar Sabahattin Kudret’i görmezden gelmeye başlamış. Sabahattin’in kafası da bu küskünlüğe takılıp kalmış, nedenini öğrenmenin fırsatıysa taksi dolmuşta ayağına gelmiştir, kaçırır mı, hemen yanına oturduğu Celâl’i dürtmüş ve “Bak, seninle birkaç defa küsüp barışmıştık, şimdiki niçindir, bana söyler misin?” diye sorunca, Celâl, “Yahu, sağda solda beni övmek için semizotundan başka bir şey bulamadın mı, onun için sana küstüm!” demez mi, Sabahattin Kudret gülsün mü yoksa ağlasın mı, bilememiş.

***

Her taksici ‘82 yapımı “İffet” filminde “34 DR 721” plakalı ‘52 model DeSoto’yu kullanan Faruk Peker olacak değil ya, bir de aralarında namus kumkumaları var, örneğin Yakacılıklı muharrir Hikmet Şevki onlardan Cemal Efendi’nin kurbanı olmuştur. İstanbul’da bir takside çalışan Cemal Efendi, vaktiyle bıraktığı karısı Saime’nin, çocuklarının anasıdır, Tabarin Bar’da kötü yola düştüğünü ve Hikmet Şevki’yi Bent Deresi’ndeki evine soktuğunu işitince, soluğu Ankara’da alır. Koyunpazarı’ndaki bıçakçı Mustafa’da bir kamaya ve silâhçı Hakkı’da bir tabancaya para sayıp, birkaç duble de çakmış olacak ki, 28 Nisan 1930 günü ışımadan Bent Deresi’ne iner. Sonuç, fecîdir. Taksici Cemal karısını da âşığını da öldürüp, cesetleri kasaplık koyun gibi parçalamıştır. Muhakemede taksici Cemal’in daha önce Feriha isminde biriyle evlilik yaptığı, ama o kadının da kendisini aldatması üzerine boşandıkları, Feriha’nın ve Saime’nin kardeş çocukları oldukları, 20 Ağustos 1930 günlü Vakit gazetesinde Feriha’nın ve Saime’nin birlikte fotoğrafları var, açıklık kazanmıştır. 22 Mart 1931 günlü Vakit gazetesinden, Cemal’in ipten kurtularak yirmi dört yıla mahkûm olduğunu, 26 Ocak 1932 günlü Akşam gazetesinden de dosyanın temyize gittiğini öğreniyoruz. Taksicilerin namus kumkumalığına ilişkin bir diğer cinâyet ise, ‘38 yılındadır, o yaz her İstanbulludan bir çamçak ağızlı çıkaran olaylar, Hacı Osman Bayırı’ndaki birinci kavisin sol tarafında taksi şoförü Ömer Lütfi’nin cesedinin bulunmasıyla başlıyor. Bir müddet sonraysa “2972” plakalı taksiyle İpsala’ya gelen şoför Ali Rıza, orada meteoroloji memuru Muhittin’i öldürüp, intihar ediyor. Yapılan araştırmada, “2972” plakalı Niko’nun taksisinde Ömer Lütfi’nin şoförlük yaptığı ve Ömer Lütfi’nin öldürülmesinden sekiz saat kadar önce Ali Rıza ile Mavi Köşe isimli mekânda demlendikleri ortaya çıkıyor. Hadi, Ali Rıza, taksiyi kaldırmak için Ömer Lütfi’yi öldürdü diyelim, peki Muhittin’i niçin öldürmüştür? Günler geçiyor, Ali Rıza’nın ‘28 yılında Kartal’tan Yanola isminde bir Bulgar kızını kaçırıp evlendiği, ondan iki çocuğu olduğu, sonra taşraya çalışmaya gittiğinde karısının Muhittin ile sevişmeye başladığını öğrendiği anlaşılıyor. Aslında bütün mesele namus davasıymış, işini bilen müddeî-i umumî muâvini Hakkı Şükrü sayesinde 18 Haziran 1938 günlü Son Posta gazetesinin “Yirmi yıl içindeki en esrârengiz cinâyet” yorumu yapması da, İstanbullunun bir “Sarışın kadın” muammâsına kafa yorması da boşa düşüyor.

***

Yorulduğunuzu hissediyorum, çok sevdiğim Leyland otobüsleri ve Ansaldo troleybüsleri bir başka yazıya bırakıp, sayfadan Orhan Gencebaylı ‘77 yapımı “Şoför” filminden bir şarkıyla çıkmak istiyorum. “Aşk mevsimi gidince / Bir daha dönmez geri / Vaktinde gel sevgilim / Geç kalmış olmayasın”. Yazıya Mustafa Sandal ile başlayıp, üç noktayı Orhan Gencebay ile koymak biraz tuhaf olacak ama ne yapayım, “Şoför Nebahat” damalının kornasına acele etmem için basıp duruyor...

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum