Kargaşaya ‘mecbur’ ve ‘bağımlı’ bir ülke
Gündem her zaman yoğun, hayatımız da bitmek tükenmek bilmeyen acı ve tatsız sürprizlerle dolu. Siyasi hamleler, sansasyonel büyük laflar, öfke ve sinir dolu tavırlar hayatın vazgeçilmez sahnelerindin oldu. “Hain… işbirlikçi… baronlar… dış güçlerin adamları… karanlık operasyonlar… terör yandaşları… vs, vs” sıradan, gündelik kavramlarımız. Kürt meselesini çözmek için müracaat edilen slogan bile, iç “cephe”yi güçlendirmek. Maksat barış, kardeşlik, normalleşme olsa da “cephe”siz yapamıyor memleket!
Aynı anda hem terörle hem de aşırı fiyat çetesiyle, tağşişle, soğan/patates lobisiyle, bahis örgütleriyle, yenidoğan çetesiyle, mafyayla, uyuşturucuyla başı belada olan başka ülke yok.
Eş zamanlı olarak, internette muhalif avında olan, belediye başkanlarına kayyum yetiştiren ve seçilmiş siyasetçilere yasak getirmek için dosya hazırlayan yok.
Muhalif, yarı muhalif hatta tarafsız olup da şu veya bu şekilde üzerinde baskı hissetmeyen, günü ve sırası geldiğinde soluğu mahkemede almayan da yok.
Bütün bu kargaşa memlekette işlerin sahipsiz olmadığını, devletin tıkır tıkır işlediğini değil kötü yönetimin bardaktan boşaldığını gösteriyor. İyi çalışan bir devlette problemler ve yanlışlar kaynağından halledilir. İşler sahipli olduğunda suçlular çeteleşemez çünkü kurallar işlediği suç işlenmeye cesareti kırılır. Hukuk ve sistem çalıştığı için mafya türemez, hastaneler rant organizasyonlarının merkezi olmaz, ihaleler peşkeş çekilmez… İyi çalışan devlette bu kadar “hain” ve “iç düşman” üretilmez. Devlet bazen nüfusunun yarısına kadar varacak kadar insanını potansiyel düşman olarak görmez, göremez. Esnafının, tüccarının, fırıncısından fabrikatörüne hepsini birden sahte ürün üreten, fırsatçı ve fahiş fiyatçı olarak yaftalamaz. Siyasetçiyi sırf kendisini tabi olmadı diye ihanetle ve cehaletle itham etmez. Akademisyeni, sivil toplumcuyu ve gazeteciyi kendi borusunu öttürmüyor diye yaka paça içeri atamaz.
Devletten rant, hukuk, itibar, ve tecrübe eksilterek güç devşiren faaliyete siyaset denmez.
Kötü yöneten ve kötü yönetmeyi tarz haline getiren; bunun için de her fırsatta polis ve yargı gücüyle varlığını hissettiren düzende hiçbir temel mesele çözülemez. Devlet, karakol ve mahkemeleriyle değil, kuralları kanunları eşit ve tavizsiz uygulayan, varlığını ilan etmek için bahane aramayan, varlığı bilindiği için saygı ve güven duyulan mekanizmanın adı olmadıkça da kargaşa bitmez.
Netice… İçeride umutsuz, geleceğe endişeyle bakan, küresel rekabetten uzağa düşmüş bir toplum; dünyada da ekonomiden yargıya, eğitimden iş güvenliğine kadar bütün alanlarda dünyanın en kötü istatistiklerine mahkum bir ülke… Potansiyelini, bitmek tükenmek bilmeyen kargaşa içinde heba eden yüksek gerilime bağımlı ve mecbur bir millet…
Bu düzenin ayakta kalması için de gerçeğin duyulmaması, duyulursa karalanması, karalamak yetmezse de inkar edilmesi gerekiyor. Kendi kendimize anlattığımız büyük ve okkalı laflarla dolu hikayelerden zinhar vazgeçilmiyor.
Mesela, Dünya Adalet Projesi'nin 'Hukukun Üstünlüğü ve Yolsuzluk Endeksi'nde Türkiye, 142 ülke arasında 117. sırada yer alıyor. Adalet Bakanı da "Türkiye’yi de hukuka güven endeksinde en alt sıralarda göstermeye çalışıyorlar. Kim inanır buna? Böyle bir endekse güvenilir mi?" diyor. Kim inanmaz ki? Bırakın “dış güçlerin” yaptığı “maksatlı ve kötü niyetli” endeksleri burada sokaktan yüz kişiyi çevirip soralım. Yargıya güven var mı, yolsuzluk hallerimizi nicedir, onlar söylesin. Sokaktaki insana, ifade hürriyetini eğitimi, şeffaflığı, liyakati vesaireyi soralım ne söyler acaba? Tabii söylemekten çekinmezse…
Manzaranın en acı tarafı sadece birkaç ay içinde yüksek tansiyondan kurtulup koşar adım yürüyebilecek bir ülkenin bu vasatta yıllarını kaybediyor olmasıdır.