Yüksek soyutlama gerekliliği
Bir toplumu var eden ana göstergelerden birisi de yüksek soyutlama gücüdür. İleri toplumlar bu soyutlamaların sembolik değeri kadar çekim kuvveti etrafında özgürce yaşarlar. Çünkü bir toplumu asıl var eden soyutlanmış yüksek değerlerdir. Şehirleri kurarken; sokağı, evi, kapıyı, pencereyi, evdeki eşyayı tasarlarken ona ihtiyaç duyarız. Yetmedi, düşünmek ve o düşünceyi etkili biçimde ifade etmek için de yine o gerekli. Sanatı yaparken ve yaşarken yine o devrede. Onunla zevkine varırız yaratıp yaşatmanın. Bir yaşama zevkimiz varsa soyut düşünmeyi ve soyut ifadeyi başardığımızdandır fert ve toplum olarak.
***
Öyleyse nereden gelir soyutlama gücümüz, neden hayati derecede gereklidir ve onun enerjisi nerede saklıdır? Bu soruya en kestirme dil diye cevap verebiliriz. Toplum ancak sahip olduğu dil vasıtasıyla soyut düşünme kabiliyetini geliştirir sonra da ona ait olur. Türkçe gibi her kelimesi soyutlamaya ileri derecede teşne bir dilde bazen en somut durum bile kendiliğinden soyut çehreye bürünür. Ancak bu tek başına yeterli değildir, dil yaşamasını sürdürmediği, sanatın ve düşüncenin kalıbına dökülmediği sürece bu kabiliyetin bir anlamı yoktur. İnsansız, bireysiz dil düşünülemeyeceğine göre, insan için hayati ölçüde gerekli olan dil soyutlanmış dildir ki bu yolla diğer varlıklardan ancak ayrılabilir. Bu ayrılışta çoğunlukla diğer varlıklara başvurur insan ve böylece onları da genişletip, geliştirir. Soyutlayan insan bütün varlıkları ve hayatı emanet alır. Mesela ölüm tek başına ne önemlidir ne de değerli, önemli olan bir toplumun onun etrafında ne tür bir soyut halka ördüğüdür.
Ne görüyoruz bugün, hayatımızı çekip çeviren bunca söz, eylem, şekil, oluşum ve eşya karşısında soyutlama derecemiz ne durumda? Soyutlama, eşyanın; düşüncenin, sözün, olgunun ilk bağlamından sıyrılıp sonsuz bir uzay ve çağrışım alanına sıçramasıdır. O sıçrama gerçekleşmediği zaman her yönde bir kabalık, çiğlik, karmaşa, hamlık ve umutsuzluk çoğalır. İnsan ister istemez düşünür, nasıl oluyor da yükselmek bir varlık imkanı olarak önümüzde parlarken ona sırt çevirip vasatın çamuruna gömülüyoruz? Soyutlama gücünü adeta bir züppelik, hayat dışına çıkma, gerçekten kopma diye algılıyoruz. Oysa daha gerçek bile sayılamayacak aktüaliteye boyun eğmemek onun bir parçasına dönüşmemek için soyutlama ilkesini hiç gündemden düşürmemek gerekiyor.
Bir ülkede görünen binalar, yollar, tarlalar, bahçeler, mekanlar dışarıdan gelene sadece şekiller diye değil asıl orada yaşamakta olan ruh halinde yansır. O ruhun kokusu ve dokusu vardır havada. Ya da ruhsuzluğun. O yüzden bir antik şehre gittiğimiz zaman sadece taşları görmeyiz bizi asıl oradaki soyutlama gücü etkiler. Her gün okuduğumuz gazeteler, internet siteleri, giydiğimiz kıyafetler, taktığımız gözlükler, bindiğimiz arabalar bir zihin tarafından soyutlanır ve bize gerçek olarak sunulur. Soyutlama kıymet verdiğimiz bir markanın logosu gibidir ve o logoda biz yaratıcı soyutlama kadar yüksek kalitenin güvenini duyarız. Sembol olan, bütün imgeselliği ile bizi teslim alır ya da biz ona teslim oluruz.
***
Benzeşme, hızla her şeyin birbirine benzemesi soyutlama katından düştüğümüzü, adına kaba gerçek denilen aktüaliteye, olup bitene fütursuzca teslim olduğumuzu gösterir. Bunun talep görmesi, kara dönüşmesi, toplumsal baskı oluşturması, politik güç kazanması muhiplerini mutlu ediyor olabilir. “Kahvaltıdan öte anlamsız (olacaksa) zeytin taneleri” zaten mesele de yok onlar için. Hele yazıp çizenlerin bu şehvetin içinde dönüp durmalarına da söyleyecek söz yok. Ancak tarih ve birey olarak toplumun ondaki karşılığı bambaşkadır ve Sezar’ın bir komutanına “Roma nedir bana söyler misin? Roma bir fikirdir.” demesinin önünde her şey eriyip gitmeye mahkumdur. Soyutlama bir fikre sahip olmak demektir.
Toplumlar, duygudan aklın ergin ve sağlam çağına dillerindeki saklı soyutlama mermerini yonta yonta yükselirler. Yok böyle bir yaşam erginliğinin dışında kalınacaksa biz razı değiliz, çünkü dilimizin içindeyiz, oradan doğduk ve orada var olmaktan başka ideal peşinde değiliz. Dil biziz.