Vasatın egemenliği ya da kuşu kuş ile avlamak
Yazının başlığı zihnimde doğup da yazmaya koyulduğumda iki kez aynı şey oldu. Kuş yerine kul yazdı klavye, düzelttim tekrar kula dönüştürdü. Öyleyse saklı biçimde kulu kul ile avlamak diye de okumak pekala mümkün sayılır başlığı. Sonuçta kurtlar da kuşlar da kul sayılırlar. Ki kimin kimden hangi canlının hangi canlıdan ileri olduğu tam bilinemez kulluk konusunda. Fakat asıl derdim vasatın alabildiğine yaygınlaşıp iktidar kurduğu dönemlerde kuş ile kuş veya kul ile kul avlamanın kabul görüp makbul bulunur olması.
Nedir vasatın egemenliği? Yaratıcı bütün cehd ve hamlelerin geriye düşüp de kolay olan ve hızlı paylaşılabilen her tür düşünüş ve yaşayışın hayatın tam merkezine oturması ve ona görelik hükmü kazanmasıdır. Böylesi bir vaziyette soruyu tersinden soranlar, arı kovanına çomak sokup da insan erdemine ve onun sürekli yenilikçiliğine vurgu yapanlar topluca kenara itilirler, yok sayılıp görmezden gelinirler. Hatta baş düşman ilan edilirler. Ortada müşterekliğin semirttiği iktidar duygusu kendi koruma refleksini geliştirmiştir ve oluşturduğu atmosferle çekimine kapılanları büyülemiştir. O halde kolaylıkla birbiriyle alakasız kavramlar yan yana getirilebilir, nitelik ve niceliğin sınırları geçilebilir kültür sanat dünyasından bazı isimler aynı kategoriye sokulabilirler. Bu isimlerin merkeze malzeme yapılıp oradaki ateşe yakıt olmaktan öte değerleri yoktur. En çok da devletin toplum katmanlarına karşı egemenliğini artırdığı ve mutlak belirleyen olduğu dönemlerde görülür bu manzara.
Kuşu kuş ile avlamak ise meselenin hem eğlenceli hem kolay tarafıdır. İnsanlık tarihinde av sonuçta bir oyun ve strateji işidir. Ancak günümüz dünyasında o da bir kurgudan ibarettir. Av ile avcının göreceli de olsa doğada baş başa kalma ihtimali kalmadığına göre, avdaki her şey kurgusaldır. Yalnız unutulmaması gereken dışarıdan bu tertibi görenin durumudur. Avcı heyecanlanmakta, av oradan oraya sekmekte, bir hay huy, bir şamata, bir kazanma coşkusu, bir zafer narası, bir kovalamaca ortalığı inletmekte sonra da her şey hızla sönüp kendi konumuna geri çekilmektedir. Burada avı düzenleyene bakmak gerekir. Aktörlere, ücret, paye ve imkan veren odur çünkü.
Vasat tarihin her devrinde koruma ve korunma içgüdüsünün en yüksek olduğu zeminde açığa çıkar. Öylesi bir korumacılık söylemine bürünür ki vasat ister düşünce üretsin ister sanatımsı şeyler esas değişmez. Eyleminin ereğinde vazgeçiş taşımayan hiçbir savunma devrimci olamaz. Yeni bir din geldiğinde savunmacılar vasatın egemenliğine kapılmış olanlardır diyeyim de mesela söylemek istediğimin derinliği daha belirgin olsun.
İnsan hayatı da tıpkı toplum hayatında olduğu gibi bir kere kendi vasatının egemenliğine kapılırsa hiç bir şeyden vazgeçemez hiçbir yenilikçi adımı atamaz hale gelir. Vasatın yatağı sıcak verimi süreklidir. Kuş ile kuş avlamakta ustalaşanların akılları da bu oyuna çoktan yatkındırlar. Kuşu kuşa kırdıran insanı insana tepeletmekten çekinmez. Kardeş kardeşin etinden lezzet almaya başlar.
Bir de her daim vasatın tatlı pastasından pay almak için ağzı sulananlar ile kuşu kuşla avlamak konusunda ustalaşanlara çırak yazılmak isteyenler vardır. Diyeceğim felsefe tarihinde bile totaliterliğin kurucu babası sayılan Hegel’in onca ‘zeitgeist’ı sonuçta Prusya kralına asker toplamaya çıkar. Yerel vasatçıları ve kuş avcılarını anlamak bu yönden o kadar zor değildir. Zor olan farkında olmaktır. Farkında olan bilir, sorar, görür, daha daha da düşünür ama bir eylem olarak elinden bir şey gelmez. Meşrutiyetin ilanından sonra Galata Köprüsü üzerinde curcuna ile yürüyenleri gören Mehmet Akif de şiir yazmaktan öte bir şey yapamamıştı. Zaten başka bir şeye gerek de var mıydı?