Üç dakika hakkı

İnsanın her zaman bir üç dakika hakkı vardır. Olmalı. En yüce kavramdan en sıradan meseleye kadar bu üç dakika içinde durup düşünmeli insan. Gününe, saatine, içinde bulunduğu ortama, önceliğe ve psikolojiye göre değişmeli bu tercih. Dilerse Tanrı’yı düşünmeli dilerse de körpe bir pırasayı. Bir çocuk olsa da düşünmeli bir yaşlı olsa da...

Gittikçe, dünya böyle hızlandıkça bu üç dakika hakkı elinden kayıp gidebilir insanın. Bir bebeğin kokusunu düşünmeden bir çay yaprağına üç dakika selam vermeden tükenebilir ömrü. Bir son insan olma hakkını kullanmak için değil bu üç dakika, insan ve hep insan olduğunu hiç unutmamak için. Ölmeden görülmesi gereken yüz yer kışkırtması dışında, maliyetsiz, kimseye muhtaç ve yük olmadan yapılabilecek bir şeye çıkar sözüm.

Şimdi ben oldukça şenlikli gözüken ve gün geçtikçe daha bir ‘trend’ olan semtin birisinden geçerken durdum, kendime ‘akıp giden sokağı’ dinlemek için üç dakika armağan ettim. Varsın biraz geç kalayım yetişeceğim yere. Girdiğim kafede zahter çayı da demliyorlarmış üstelik. Yanında bir dilim limonla üç beş kara kuru üzüm de ikram ediyorlar. Ne kadar zaman olmuş elim gitmeyeli kara kuru üzüme. Bunu, kara kuru üzümü düşündüm göz göz, üç dakika. Mucizeymişler. Değmez mi?

***

Kulaklarım ben istemesem bile yan masadan gelen sesle doluyor. Yüzünü görmediğim ama nedense esmer olduğunu farz ettiğim esmer ve genç kadın tane tane konuşuyor. Belli ki karşısında sevdiği bir erkek var. ‘Ben. Yok. Türkçe bilmiyorum. Evdeki. Benim. Arkadaşlar. Annem, ben…’ Taş söker gibi zorlanıyor. İnsanın kendi dilini unuttuğunu hatırlıyorum. Tereyağından kıl çeker, süt üfler gibi konuşup şakıdığımız dil üç dakika içinde yabancı bir ağızda ne kadar da yorucu oluyor. Dil sevgisi ne mühim.

Gönlüm taze bir karanfil fidesine kayabilir bu üç dakikada. Yüksek tavanlı, inadına aydınlık ve bütün kitapların dürülmüş gül kuruları gibi beni beklediği bir kütüphanede üç dakika gözlerimi kapatabilirim. Hiç bir kitaba el sürmesem de olur. Bazen yaşamak tam olarak orada olmaktır. Fısıltısı yeter kitapların. Kitaplar fısıldar.

‘Tek sayıların başlangıcı üçtür’ demiş İbni Arabi. Acaba kastettiği başlangıç mı yoksa asıl mı, üç rakamından başlayarak basamak basamak bire kadar inebilirim, bu şiir olur bana. Zaten ‘üç kere seni seviyorum diyerek uyandım’ dememiş miydi İlhan Berk. Üç dakika içinde hem Arabi hem Berk ilerletir beni.

***

Otursam üç dakikalık bir mektup yazsam tanımadığım birine, ‘iyiliğinizi isterim, hayatınızın her bir üç dakikasının kıymetini bilin’ derim. Bundan bıkmam. Aklıma birden Kurban Bayramlarında el öpmeye gittiğimiz evlerin duvarlarına asılmış bir kartpostal gelir. Hz. İbrahim elinde kocaman bir bıçak, oğlu İsmail’in gözünü bağlamış, bir sunağa yatırmış. Tam kesecekken gökten bir melek elinde koç ile iniyor. Bunu da düşünürüm. Neden kız çocuğu değil de hep erkek, sorarken yakalarım kendimi. Olur bunlar. İnsan kendi kendine neler sormaz!

Her bir üç dakikamızın 40 derece ateşle yanan bir insanın şuuruyla erimesi gerekmez elbette. Ancak, gördüm ki her güzel ve pek yaşamaya değer şey sıradan ve doğal olanın içinden geliyor. Şu an gibi. Şu an içinde üç dakika çok güzel. Üç dakika hakkı evrensel.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.