Türkiye şu tuhaf ülke…
İlhan Berk’in doğumunun 100’üncü yılı kutlanıyor. Adına sergiler açılıyor, üniversitelerde sempozyumlar düzenleniyor, edebiyat ve şiir dergilerinde özel bölümler hazırlanıyor. Geç de olsa Cemal Süreya, Turgut Uyar, Gülten Akın, Edip Cansever, Ece Ayhan, Sezai Karakoç geniş okur kitleleri, özellikle de gençlerle buluşmayı başarmışlardı. İlhan Berk, saf ve çatışmasız bir şair olarak arada kalmıştı. Onu şair saymayanlar, anlaşılmaz bulanlar, durmaksızın arayış içinde görenler, genç şairlerden şiir araklayıcı diyenler vardı. İlhan Berk mi, o da şair mi sözü dillendirilir dururdu. Şimdi görülüyor ki İlhan Berk geç de olsa yerine oturuyor ve karşılığını buluyor. Bu durum saf ve modern şiirimizin kazanç hanesine eklenirken, genç şairlerin söylemi değişiyor, genel kültür ortamı geçmiş tavrını gözden geçiriyor.
***
İlhan Berk aslında yalnızlığının farkındaydı. Bir yoksul olarak geçirdiği ilk gençlik ve sonrası yıllar boyunca kendisini gerçekleştirmek ve yenilemek için her yolu denemişti. 1959’da yayınlanan ‘Galile Denizi’ kitabıyla rüştünü değil kendi içinde kendi özgürlüğünü kazanmıştı. Önceki dönem ve kitaplar, onun yoksulluğun ideolojik görünümlü yapay birer topografyasıydı. Ki bundan sonra, yani 1959’dan itibaren İlhan Berk umarsız bir yenilikçi ve kendi şiirinin gençlik aşıcısı olarak ayakta kaldı. Şiirde, şiirin dışında hiç bir şeyi umursamadı. Kendisine göre, tabiat, nesneler ve yaşamaktan oluşan bir döngü kurdu. Ustalığı değil acemiliği önceledi. Hayretini ve heyecanını öne çekti. Denilebilir ki eski şiirden miras, ustalığı ve üstatlığı reddetti. Amatörlüğün asaletini kurdu. Geçmişe değil, gençlere yaklaştı.
İlhan Berk, özcü, değişime açık ve tarafsız bir şair olarak ödenecek bir bedelin bu ülkede her zaman şairin önüne konulacağının farkındaydı. Buna ‘dünya’ diyordu o. Ölümünden yaklaşık bir ay önce, değerli şair Haydar Ergülen, o vakitler yöneticilik yaptığım Türkiye’nin özgür kültür sanat platformu TRT 2’ye ziyaretime gelmişti. Söz arasında; ‘yakında İlhan ile konuştun mu?’ diye sordu. Yok dedim, ama bu vesileyle arayalım. Telefon bağlandığında önce o güzel kahkahasını attı ve ‘Erdem harika, harikasın’ dedi. “Buradan takip ediyorum, çok çalışıyor, onca iş içinde şiire sadık kalıyorsun. Bu harika. Sabah erken kalkıp şiir çalışmalısın. Ve sana söylemek istediğim bir şey var. Bunu bir şair olarak hiç unutmamanı istiyorum. Son günlerde Yapı Kredi Yayınları’nın hazırladığı, Delta serisindeki toplu şiirlerimin son okumasını yapıyorum. Binlerce sayfa şiir yazmışım. Boğuşuyorum anlayacağın. Diğer yandan bir hastane işimiz var, oraya gidip geliyoruz. Ben hastanedeyken berber lazım oldu. Oğlum ilgileniyor bu işlerle. Birini çağırmış. Gençten bir çocuk. İçeri girince, amca ne iş yapıyor, diye sordu. Oğlum, şair dedi. Haaa dedi berber. Burun kıvırarak ve kolunu sallayarak, anlaşıldı boş iş, işe yaramaz diyerek. Bu şu demek Erdem. Bir ömür şiiri, bu ülkede bir b..ka yaramayacağını bilerek yazacaksın. Bu benden sana emanet.” Söz boğazımda düğümlenmişti. Telefonu Haydar Ergülen’e verdim. Ona da benzer şeyler söylemiş olmalı.
***
İlhan Berk elbette hepten sevilmemiş ve görmezden gelinmiş bir şair olarak yaşamadı. Ama, tortu ve yüklerden arınmış olarak, üstelik şahsında topladığı sembolik değerle belki asıl şimdi toplumsal karşılığını bulacak. Burada, Türkiye denilen şu tuhaf ülkenin sırları var aslında. Çocuklarını bir türlü vaktinde göğsüne bastırıp sevemiyor bu ülke. Sanatın ve özgür düşüncenin tabiatından gelen dik başlılığı ve kendisi olmayı hazmedemiyor. Yıllarını yılışık, menfaatçi ve vasat adamlara yatırım yaparak geçiriyor. Şimdi de, iktidar ve onun her türden koltuk altına girmiş hadımlık, pirim yaparken saf sanatın tarafında durup yazıda kalanlar ötekileştiriliyor.
Kendi adıma İlhan Berk’in dostluğu ve tavrından çok şey öğrendim. Kaşgar’ı çıkardığımız yıllarda etrafımızdaki kaprisli ve kompleksi pek çok ismin aksine bizim akranımız bir usanmaz amatör gibi davrandı ve her seferinde şiir verdi. Telefonda şiiri yazdırır ve sana nasıl geliyor diye sorardı.
İlhan Berk ayrıca şiirden başka bir sırta yaslanmadı. Türkiye’nin son on beş yıldır yaşadığı iktidar paradoksu kendisi kadar karşıtını da açığa çıkardı ki, şiirin ve has şairin dilden öte ve şiirden başka sırtı yok. İyi ki yok.