Toprağa serilen petrol halısı…
Adem ki toprak soyundandır ama Adem’in ona ettiğini kimse edemez. Bir gizli rekabet hatta savaş mı vardır aralarında onu da kestirmek zor ama her zaman kazanan toprak olmuştur. Bu bir yana ben Ece Ayhan’dan bizzat duydum. Çanakkale’de, köylüler eczaneyi devlet dairesi sandıkları için çamurlu ayakkabılarını çıkarıp öyle girmek isterlermiş. ‘Biz tüzük/düzüklere çarparak büyüdük’ sözünün altında elbette büzülme ve büzüklük de vardır. Ne ki devletin, ‘öte-yasa’dan beri bireyi kul görmesi, kulun da bunu içselleştirmesi tarihsel diyalektiğin ötesinde daha ontolojik bir meseledir. Şimdilerde kimi muhafazakar/ proislamcı aklın insanı şaşırtacak derecede topraktan sapıp devletin paçasına aman çamur bulaşmasın mantığını miras edinmesi, bu uğurda yeni kılıç ve dil kuşanmasını da tarihin dibinde aramaktan başka çare yok.
***
Sıradanmış gibi gözüken bazı olaylar, özünde ve dipte yepyeni bir gelişmeyi barındırır, birer şuuraltı sürçmesi gibi hiç beklenmedik zamanda açığa çıkıverirler. İnsanı ve toplumu ilgilendiren her yeni durumu ileri toplumlar sanat, düşünce ve felsefe ile hem görür, hem tespit eder, hem de gerekiyorsa çözme yoluna giderler. Doğu’da ise bir kader efekti gibi çalışan bir gizleme, bir üstünü örtme alışkanlığı vardır. Tevil, bir ilerleme değil yerinde sayma, meşrulaştırma yöntemine çevrilir. Neredeyse bu kadim bir gelenektir ve meseleler saklana saklana ömre zarar verir. Nesil olarak ilk gençliğimizden beri keskin ve görünür iki kutbun içinde büyüdük. Bir yanda jakoben laikler bir yanda protest İslamcı/muhafazakarlar vardı. Laikler, yeri geldiğinde bir şeyi sadece fısıldamakla kalmıyor, jest, mimik hatta açık sözlerle insanlığımızın ortasına en kaba dilleriyle dikiliyorlardı. Onlarca yıl şu veya bu devlet dairesinde çalışmış olan hemen herkes bu dilden payını almıştır. Öte yandan, toplumun ortası, kendisi gördüğümüz/sandığımız, Ece Ayhan’ın söylediği tarlada çalışmaktan dolayı ayakkabıları çamura batanların çocukları, devleti daha öteye taşımış bir tür günlük yaşam pratiğine dökmüş gözüküyorlar. Nicedir, özgür, vicdanlı, dilin ve yüksek düşüncenin safında kalmayı seçenler tarafından eleştirilen bu durum, iktidar dizgesinin önünde hizaya durmaya teşne olanların umurunda değil. Bir alkış bir yüceltme almış başını gidiyor. Şair Nefi’nin söylediği ‘devlet umurunda şuur’dan başka bir şey bu şüphesiz.
Geçen hafta haberlere yansıdığına göre, Trakya’da bir ağaç dikme töreni düzenlenmişti. Ki çocukluğumuzdan beri dikilir bu ağaçlar. Büyük Anadolu kırları ne yemyeşil kesilmiştir ne de hatıra ormanlarının ismi kalmıştır. Her yönden büyüyen şehirler bir inşaat çılgınlığına kurban verilmektedir. Çünkü toprak ve tabiat tek başına bırakılmamakta her yandan ona saldırılmaktadır. Ağaç dikmek gibi son derece doğal ve insani bir eylemi petrolden üretilmiş halı ile süslemek nasıl bir durumdur bunu düşünmek gerekir. Haberlere yansıdığına göre söz konusu ilin valisinin ayakları toz olmasın diye serilmiştir yumuşak toprağa bu halı. Köylülerin böyle bir işe girişmeyecekleri açık. Olsa olsa bu yeni tip iktidar tutkunlarının kendi kutsal düşüncelerinin dışa vurumudur. Yıllarca, toprağın terk edildiği, insanın doğadan koparıldığı, devletin batı ve materyalist kafa ile bu gidişi planlayıp bizzat yönettiği söylenmişti oysa. Toprak insanın mayasıydı. Madde bozulmuş, insan onun içinde harcanmıştı.
***
Peki ne oldu ve ne değişti ki, bu yeni nesil, laik jakoben zihniyeti miras edindi, geçmişi tekrarlamaktan ve onun taklitçisi olmaktan öte gidemez oldu. Haberde valinin olaya el attığı ve halının kaldırılması emrini verdiği de söyleniyor ama neye yarar ki! En son bir rektör örneğinde yaşanmıştı bu paradoks. Valinin tutumu ise olayın efektidir.
Düşünceden gelmeyen ve onun çilesini çekmeyenler düşüncesizliğin ve alışkanlıkların mutlak kölesidirler. Toprağa değdiğinde adeta yaratılışın ve insan denilen varlığın özüne bastığını düşünemeyen, beton denilen nesneye adeta tapan kafa kolaylıkla ve büyük bir zafer duygusuyla getirir, petrolden üretilmiş plastik halıyı valinin ayakkabıları kirlenmesin diye döşer. Burada korunmak istenen vali ve onun kutsal makamıdır.
Yine de insana umut veren tarihin ve bugünün bu tür şuuraltı patlamalarından ibaret olmayışıdır. Mesela, Yavuz Sultan Selim, Mısır dönüşü, Kemalpaşazade ile konuşurken, Kemalpaşazade’nin atının ayağından Yavuz’un kaftanına çamur sıçrar. Herkes ne olacak diye endişeyle beklerken Yavuz, bir alimin atınının ayağından sıçrayan çamurun kendisi için değerli olduğunu söyler. Hatta kaftanın sandukaya konulmasını buyurur…İnsan sormadan duramaz yine, Anadolu toprağına petrol türevi halı sermeye yeltenenlerin geleneği değil midir bu?