Son adımları eylülün…
‘Yaz bitti!’ ‘Yaz bitti!’ diye iniyorum merdivenlerden…Biraz da bu merdivenler kişilik veriyor, semtlere, şehirlere. İnsanlar toplantı masalarında not defterlerine böyle yazıyorlar. Mesaj atıyorlar cep telefonlarından. Konuşmaların arasına sıkıştırıveriyorlar bu kısacık cümleyi bir iç çekişle: ‘Yaz bitti’. Oysa yaz bitmez ki ! Belki geçmiştir ve her geçen yaz gibi döngüsünü tamamlayacak ve tekrar geri dönecektir. ‘Yaz geçti ama nazlı eylül, ipek ve titrek eylül, canımızın çekirdeği ceviz eylül geldi!’ demek daha bir güzel gelir bana hem.
Eylül ki canlıdır, capcanlıdır ve bütün güzel elbiselerini bizim için indirir dolaptan. Yazın, ezen, ter ve yorgunluk içinde bırakan, dilimizi damağımızı kurutan tahakküm yoktur onda. O bir nefeslenme, ölçüp biçme, durma ve durulma vaktidir. Kuşların lisanında, bulutların sabah ve akşam saatlerinde bakır renklere bürünmesinde, yağmurunun tıpırtısında, ağaçların göz kırpışında eylülden bir maya, bir besteye hazır müzik hali hep vardır. Eylül bize ara fikrini getirir. Giden ile gelecek olan arasındaki eşikte olur bu. Ara, bir bıçağın yarı açık ağzı gibi zaman denizinin balığında soluklanır.
***
Eylülü sevmeyen ona tutulmayan kimse görmedim. Bir çocuğa, bir tatlı kız çocuğuna isim arasaydık tereddütsüz koyardık onu. Köprülerin üstünde, ara sokaklarda, okul bahçelerinde, her iki yanı ağaçlı uzun yollarda, o sevgili gerekçe salınıp durur. Ne yazın yükü ne kışın kasveti henüz çökmemiştir yüzüne. Bir yalancı değil tamı tamına bir ikince taze ve şen bahar havası vardır geçişinde. Eylül, uçar. Kanadı, pençesi yoktur bu yüzden konmaz hiçbir yere. Uçup geçer. Canımızın yanışı bundandır. Fanilik ile ebedilik arasındaki sızıntıdır o.
Herkesin eylülü kendisine. Falcılar, meteoroloji uzmanları, şehir tarihçileri, takvim yaprakları ne söyler ne yazarlar bilinmez ama benim için reçel gözlüdür eylül. Berrak kavanozların renk renk umutla dizilişidir mutfaklarda. Açık kapıdan kaçak giren serin rüzgar, omuzlara konan serinlik öpüşü... Belki hiç yüzünü göremeyeceğimiz bir kadının ‘evvel’den kulağımıza fısıldadığı ‘dikkat et üşüteceksin!’ uyarısı.
Nostaljinin inadına parlatıldığı, çiğnenip çürütüldüğü zamanlarda ondan kaçmalı. Bir geri dönüş miti gibi önümüzde biçilip duran kumaştan inen o görünmez toza gönül düşürmeli. Allı pullu pazarlama ve satış dilinin dışında, insan olmamızda ve insan kalmamızda devinip duran bir ölmez hareket barındığını hiç unutmamalı.
***
Romanın, öykünün, sinemanın, resmin, heykelin, tiyatronun kendisine has dille örüp yaşattığı eylül, şiire de uğrar. Daha doğrusu asıl şiir eylüle uğrar. Diyeceğim ki şiir bir eylül günü doğmuştur da şu alemde ismi bir bahar gününde konulmuştur. Aman dikkat! Bazı uyanıklar, onu hemen sonbaharın torbasına tıkacak, sepetine ekleyecek, balkonuna çiçek niyetine ekmeye yeltenecektir. Hayır hayır, eylül, bütün mevsimler kadar tüm ayların özetidir, ruhudur. Onun içimizi ürpertmesi bu tartılamaz hafifliğinden ve ölçülemez hacminden gelir.
Mehmet Rauf’un ölümsüz eseri ‘Eylül’ ile girdiğimiz kapıdan, nice geçenler oldu. ‘Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı’, ve ‘Eylülün Sesiyle’ eserlerinin yazarlarını minnetle anıp geçerken, yaşadığımız şehirlere eylülün gözüyle bakmanın son günlerinde olduğumuzu hatırda tutmalıyız. O bir sonraki eylüle kadar dönüşü olmayan son ıslak izimiz. Güneşin olmasa bile soğuğun nefesi soldurup geçmek üzere. Son birkaç adım. Son açık ve güzel fırsat, insan olmaya bir fırsat daha tanımak için. Şu son eylül günleri…