İlik
İlik ile emek arasında bunca yakınlık olduğunu bilmezdim. Yeni aldığım pantolonun iliklerinden birisi kapalıymış. İlkin fark etmedim. Aldığım yerde, geri verebilirsiniz veya dilerseniz biz açalım dediler. Nasıl açacaksınız dedim, önce makas ile keseceğini sonra ince ince dikeceğini söyledi çalışanlardan biri. İlkin niyetlendim. Baktım başı kalabalık, boş ver ben terzide yaptırırım, zaten boyu da kısalacak dedim. Mahallemde bir kuru temizlemeci var. Aynı zamanda küçük tamir işleri de yapıyor. Ben onun emeğine saygı ile bağlanmasına nicedir hayranım. Elini o işten o işe uzatıyor, yüksünmüyor, şikayet etmiyor, emeğin dervişi, peygamberi gibi yaşıyor. Oysa etrafındaki yorgancı dahil bütün dükkanlar günün ‘moda’sına yenik düştü, kafe, bar, efsane tatlar dükkanı oldu. ‘Paça tamam ama ilik işi uzmanlık ve makine gerektirir, falan yerde falan iş hanı var, orada yaptırtabilirsiniz’ dedi benim adam. Acaba aldığım yerdeki çocuk yapsa mıydı bu işi diye hayıflandım.
Elimde poşet, sokağı ve hanı buldum. Eskiden hava parası bile yetmezdi buradaki dükkanlara. Şimdi bir büyük devir inkılabı olmuş da her şey tersine dönmüş. İn cin top atıyor. Tesadüfün tozu bile salınmıyor sanki havada. Müşteri bekleyen bir iki ihtiyar berberi, çay ocağı, düğmeci ve terzi. İlkin bir dükkana girdim. Adamın üzerinde kısa kollu beyaz atlet. İlik, dedim. Daha i’den anlamışçasına iki kat aşağıda, dedi. Ne yani bu büyük boşluğun, tenhalığın iki kat altı mı var? Ne fantastik bir alem? Sonuçta dükkanı buldum. İçerisi ferah ve genişçe. İplik bobinlerinin dizildiği yüksek rafın önünde altmışını bulmuş bir kadınla erkek, sırtları girişe dönük çalışıyorlar. Beni onlardan önce bir iri köpek karşıladı. Tüh dedim bende senin için bir şey yok. Kadın sesime hızla yetişti, köpeği geri çekti. Gözlüklü beye, ilik dedim, üst ilik açılacak. Peki dedi.
***
Karşısına oturdum. Ne temiz bir dünya diye düşündüm. Dünyadan, karmaşadan uzak. Sadece nasibe ayarlı. Adam hiç konuşmadı, bir ara kafasını kaldırıp, ‘çok zor böyle bir modele ilik açmak’, dedi. Tamam dedim, isteyeceği paranın gerekçesini dışa vurdu. Bu adam günde kaç ilik açacak ki hayatını kazanacak. Acaba kaça açtığını sorsam daha mı iyiydi? Peki sordun ne olacak? Başka yer mi arayacaksın? Ama dedim, emek bu belki, kanaat, kader, kısmet bu. Unutulan bir ilik buraya, bu zaman katına yolladı seni. ‘10 lira az mı olur? 20 lira isterse, yok canım, evet isterse, sakın itiraz etme, teşekkür et. İyi günler dile. 5 lira olmaz. Elinin tozuna değmez. Neyse, hele bitsin.’ Hava sıcak, terlemeye başladım. Köpek merakla bana bakıyor. Birisine mi benzetti?
Adam ayağa kalktı. Düğmeyi açtığı iliğe de iliklemişti. ‘20 dedim kendi kendime, eğer ne verirsen ver derse, çoğu kişi böyle yaparak muhatabını zorda bırakır, 20 lira ver.’ Ne kadar borcum derken elimi yirmi liraya uzattım. Bir, dedi. Bir lira. Yanlış olmalı, dedim. ‘Tam duyamadım dedim gülümseyerek’, bir lira efendim, dedi. Bir
Elimi cebime attım tekrar, 5 liraya değmiş, olmaz dedim, emek, zaman, hayat diye bir şey var. Kadın arkadan benim oturduğum yere geldi. Bari 5 lira olsun dedim. Kadın, dün iki kişi geldi, iki ilik elli kuruşa olur mu diye pazarlık etti. Bir lira, şu da dört liranız dedi, elime uzattı kararlılıkla. Nefesim kesildi.
İki kat yukarı çıktım. Poşeti sıkıca tutuyordum. Adamın masasının üzerindeki gazeteyi hatırladım. Aklımdan geçenlerden utandım. O iliğe elim her gittiğinde elim mi yanacak, emek ve insan mı içime dokunacak bilmiyorum. Hem hayat kemik gibi sertse insan ilik gibi özü değil mi zaten.