Hormonlu adam
Yirminci yüzyıl petrol, naylon ve plastiğin çağıydı. 21’inci yüzyıl ise genetik ve hormonun asrı oldu. Her iki çağ da birbiriyle neden sonuç ilişkisi bağlamında akraba sayılır. Bu akrabalık yıkıcı pek çok sonuç doğurdu ve doğurmayı sürdürüyor. Diyebiliriz ki petrol ve onun türevleri neredeyse varlığın genetiğine sızdı. Diğer yandan hiçbir gerçeklik teorik bağlamın dışına çıkamaz ve sonuçta kavramsallaştırılmayan hiç bir gerçekliğin de varoluş değeri yoktur. Şimdi yaşadığımız zaman, genetiğin ve buna bağlı hormonlaşmaların aralığında daralıp genişlemekte ve sonunda olup biten her şey insana ve insanlığa bağlanmaktadır.
***
Hormonlu adam da öyle, içinden çıktığı tarihsel döngünün ve buna bağlı sosyo-ekonomik şartların psikoloji yoğunluklu bir sonucudur ve o ilk elde kendi geçmişini inkar etmekle yola koyulur. Geçmişin etik, estetik, maddi, manevi ve ahlaki değerleri onda sürekli bir kopuşu ve ikilemi çağrıştırır. Çünkü doğal bir gelişim, değişim ve ilerleme göstermemiş, kendisine bağlı olmayan sebeplerle şişmiş, güç sahibi olmuştur. Kazanımlarının kaynağı emek ve yetenek değil bir tür hormonlu bahştır.
“Mesleksiz olan mesnetsiz olur” anlamında bir sözü var Nietszche’nin. Hormonlu adamın niteliğini de aydınlatır sanki. Hormonda biçimsel ve ruhsal sınırlar kalkar. Görünüş iktidar olur. Meslek sahibi olmak, çıraklık, sabır, eğitim, yetenek, tecrübe ve ahlak gibi birbirine bağlı süreçlerin, sebeplerin sonucudur ve insanı sorumluluk yanı hiç eksilmeyen bir kişilik sahibi yapar. Bu kişilikle insan tek başına bile kalsa hayata ve zorluklara direnir. Oysa hormonlu adam tek başına bir hiçtir ve o yüzden sürekli etrafına saldırır. Benzeşlerini çoğaltır. Onların yanına koşar. Kazanma da saldırmanın bir yönüdür. Ortalıkta hormonlu adam vasfıyla dolaşanlar kelimenin tam anlamıyla mesleksizdirler ve çağa bağlı sosyo-ekonomik şartların türevidirler. Kök değildirler hiçbir zaman. Yatay ve dikey derinlik ve bağlayıcı sorumluluktan mahrum oldukları için de uzun erekte bir tür kurban da sayılırlar.
Muhabir olmadan köşe yazarı olurlar mesela gazetelerde. Elbette her köşe yazarının muhabirlikten gelmesi gerekmez ama mesleki hüner böylesi bir zorunluluğa bağlıdır. Fotoğraf çekmeden ve resim bilgisi edinmeden görsel yönetmen pozisyonu kazanırlar medyada. Edebi türlerin birisinde çok normal bir süreç yaşamadan çok satar yazar hüviyetine erişirler. Bir de düşünür, sosyolog, akademisyen, önder forsuyla aleme nizam verme; insanları, kurumları kendi metrelerine göre ölçme, kendi jargonlarına göre tanımlayıp tasnif etme; politikaya, devlete akıl verme sevdasına kapılanlar türer ki onlar için uluslararası çapta psikiyatr ve doktorlara ihtiyaç vardır. Onların teşhisi ve tedavisi gecikirse toplumun temeli de sarsılmaya başlamış demektir.
***
Neden böyle olur; ileri toplumlarda petrol, naylon ve plastik kontrollü bir imkana da dönüşürken yönsüz ve çağdaş nitelikler bakımından geri toplumlarda bu fenomonolojik bir çarpıklığa dönüşür. Çünkü çağ kendi icadı değildir bu toplumların. Hiçbir teknolojik ve felsefi savaşı kendisi vermemiş ama yağmanın tam ortasına düşmüştürler. Hormonlu adam bu ‘düşüşü’ stratejik bir fırsat olarak değerlendirir ve bütün cephelerden hücuma geçer. Bir an önce parlamak, bilinmek, kazanmak, güç ve iktidar sahibi olmak zorundadır. Gömleği yüz metre ileriden parlasın ister.
Hormonlu adam hiç de yalnız değildir. Geçişken ve kullanılabilir vasfıyla kolaylıkla bir kötülük makinesine dönüşebilir. Benzeşleri çoğalabilir. Bir biriktirme ve yan yana gelme vasatı olarak doğal olanı tehdit etmeye başlayabilir. Böyle kişiler, cümle kurarken rikkatsiz, karar verirken empatiden uzak, konuşurken insaf ve ölçüden uzaktırlar. Her bir adımın, kararın, konuşmanın bir bebeğin sütüne dokunabileceğini idrak bile edemezler. Nasıl petrolün türevi plastik yüzlerce yıl doğadan kaybolmaz ve onun varlığını tehdit ederse bu sosyal genetiğin türevi hormonlu adam da insanın iliğini ele geçirirse herkesin alın kemiğinde ne belirecektir kestirmek zor. Hormonlu adam bu. Kışın kapımıza neşeyle diktiğimiz kardan adam değil.