‘Her şeye rağmen okumak!’
Yetkililerin yaptığı açıklamalara bakarsanız ‘her şeye rağmen hala okuyoruz’. Türkiye, kitap basım sayısı ve buna bağlı bandrol kullanımı verilerine göre, okuyan toplum olma yolunda hızla ilerliyor. ‘Her şeye rağmen okumak’ ifadesi kimi olumsuz göndermeleri içeriyor elbette. Ekonomik sorunlar ve buna bağlı alım gücünün düşmesi ilk akla gelen çağrışım. Yaşanmakta olan sosyal çalkantılar, hak ihlalleri, özgürlük problemleri, demokratik tutum gevşeklikleri, kültürel bozulma ise daha dolaylı şekilde yer tutuyor bu değerlendirmede. Kültür sanat insanlarının özgürce yazıp çizebilecekleri sağlıklı bir ortam ve teşvik edici verim iklimi hiç barınmıyor bu sözlerde.
Ve açıklamalarda e-kitap konusunda gözle görülür artışlara dikkat çekilirken, Kürtçe basılmış kitaplardaki rekorların altı çiziliyor. Türkiye İstatistik Kurumu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü yanında Türkiye Yayıncılar Birliğinin verileri, rakamlar yönünden göz yaşartıyor ve bize o cümleyi yeniden kurdurtuyor; ‘her şeye rağmen hala okuyoruz’. Öyle mi? Biz ‘her şeye rağmen hala kitap okuyan bir ülke miyiz?’ Eğer öyleyse bu okuyuşun niteliği üzerine yeterince düşünüyor muyuz?
***
Bir toplumun okuma eylemi zaten ‘her şeye rağmen’ gerçekleşir ve Türkiye gibi ülkelerde ‘ nasıl oluyor da her şeye rağmen hala okumuyoruz’ diye sormak gerekir. Bu soruyu da rakamlara bakarak değil hayata bakarak cevaplayabiliriz. Çünkü hayat rakamlar gibi göz boyamaz, gerçeğin rehber ışığı ile doludur. Gerçi açıklamaların satır aralarında göz kırpılıyor içinde bulunduğumuz asıl duruma. ‘Kültür yayıncılığında düşüş’ var diyor yetkililer. Bir toplumun asıl kültürel taleplerinin yoğunlaştığı alandır burası. Popüler kültür figürlerinin yazıp çizmelerinin dışında, has yazar ve sanatçıların düşünsel ve edebi yaratımları onun özünü oluşturur. Nitelikli çeviri kitapları da bu alana dahil edilir. Bugün çeviri çöplüğüne dönüşmüş kitaplardan söz etmiyoruz.
Kültür, sanılanın aksine soyut ve hayatta karşılığı kolayca tespit edilemeyen bir olgu değildir. Onun etkisini nefes alıp verdiğimiz sosyo- kültürel ortamlarda hemen hissederiz. Bir insanın yüzüne, davranışlarına, konuşmasına, giyinişine değin kaçınılmaz olarak yansır kültür. Günlük yaşamımızın ruhu orada saklıdır. Özneye siner ve takılıp yapıştırılan bir şey değildir. Üniversite hocasından gazeteciye, öğretmenden öğrenciye, savcıdan polise değin herkese sirayet eder.. Dahası, sokağı, vapuru, otobüsü, hastaneyi marketi o doldurur. Kişinin bir dil ve düşünce sahibi olarak yeryüzünde şuurlu bir varlığa dönüşme arayışının yansımasıdır sonuçta kültür. Ülke özgün bir kültürel iklime sahipse yurttur. Öteki türlü barınak. Öyleyse ‘her şeye rağmen okuyan bir toplum muyuz’ sorusunun cevabını rakamlarda değil hayatın akışında aramalıyız.
***
Rakamlara dayalı açıklamaların yanıltıcı karakterini unutmamak gerekiyor. Mesela, İstanbul’da tiyatro salonlarının dolup taştığını, seyircinin oyunları ayakta alkışladıklarını, bilet bulmanın imkansız olduğunu söylüyor yetkililer. Bu açıklamaya ‘peki son otuz yılda İstanbul nüfusunun artışı hızı ile beraber düşünüldüğünde, kaç adet yeni tiyatro açıldı, yerli-çeviri tiyatro eseri yazımı ne derecede ilerledi, hangi genç sanatçılar yetişti, bunca seyirci sokağa çıktığında hangi hayatın parçasına dönüşüyorlar’ diye sorduğunuzda alacağınız bir cevap bulunmuyor.
İstatistik Kurumu verileri başta olmak üzere yapılan açıklamalar bizi kandırmasın. Ki bu verilere test kitapları, ders kitapları vs neredeyse basılı olan her şey dahildir. Kitap fuarlarındaki kalabalıklar da umut vermesin. ‘Türkiye toplumu her şeye rağmen hala okumayan bir toplumdur’ . Rakamlar şehirlere yığılmanın pratik sonucudur. Ve popüler kültür figürlerinin etrafında dönen bir ‘çok satın alma’ iştahının kabarmasıdır. Nüfusun kendisi ile orantılı, ithalci değil özgün, yerli teliflerin üretildiği, dünya ile rekabet edebilir bir dil ve düşünce potansiyelini kullanmadığımız sürece yerimizde saymaya devam edeceğiz.
***
Kültür yayıncılığını ve onun verilerini ise, rakamlarla değil yaşadığımız temel ve köklü meselelerle birlikte düşünmeliyiz. Dil ve düşünce dünyamızın verimlerini kuracak özgür iklimi tartışmalıyız. Biz ‘ nasıl oluyor da hala nitelikli kitaplar okumuyoruz’ sorusunun tam da muhatabı bir toplumuz çünkü, bunu bir değer olarak hak ediyoruz.