Hafıza ve kültür
Bana kalsaydı kültür, sanat ve düşünce adına her şeyi kayıt ve koruma altına alırdım. Mekanları yaşatmanın yollarını arardım. Şairin kiracı olarak yaşadığı evi, romancının kullandığı kalemi, siyasetçinin ses lekelerinin sindiği mikrofonu, ressamın çiziktirdiği defteri saklardım. Bireyden topluma doğru, hafızayı kurup geliştiren ne varsa hepsini, aynı değer duygusu ve incelikle sahiplenirdim. Çünkü kuşların göç yolları gibidir kültürel hafıza, rüzgarın iklim kuran akımlarına benzer.
Biz bir yandan geçmiş atalarımızın ‘dünya fani ahiret baki’ demelerinden dolayı geçmişle ve onu yaşatacak malzeme ile pek ilgilenmediklerini söyler ve bu yumuşak ve kıyıcı tarafımızı görmezden geliriz. Diğer yandan da Evliya Çelebi gibi bir seyyahın muazzam eseriyle övünür, Piri Reis’in haritasıyla da bilgi ve vizyon iddiasında bulunuruz. Her iki eser de hafıza ve dünya ile kurduğumuz yüksek ilginin ruhunu yansıtır sonuçta. Dünyayı görmek, onu hafızanın ikliminde korumak bir varlık hakkı olduğu kadar bir kültür ve medeniyet hakkıdır. Ve bu hak dil, din, ırk ve zaman farkı olmaksızın milletten millete miras kalır. Unutmak, yakıp yok etmek değil, saklayıp korumak, ilerletip geliştirmek asıl medeni sorumluluktur.
***
Bir süredir böyle düşünürken geçen hafta genç bir gazeteci arkadaş ziyaretime geldi. Üretmen Han üzerine çalıştığı gazetede bir dosya hazırlıyormuş. Güç ve iktidar yüzleri haberli midirler bu mekandan bilmem ama ben doğrusu bu hatırlayış fikrini hem beğendim hem de şaşırtıcı buldum. Sezai Karakoç, Şevket Eygi, Cemal Süreya, İsmet Özel, Kemal Sayar, İbrahim Kiras, Edip Gönenç, Mustafa Kirenci, Salih Özcan, Kazım Sağlam, Cevdet Karal, Mevlana İdris, Yüksel Kanar, Necat Çavuş, Yekta Saraç, Ebubekir Eroğlu, Yusuf Ziya Cömert, Mustafa Ruhi Şirin, Kamil Öztürk, Kamil Doruk, Mustafa Kutlu, İsmail Kara, Şaban Abak, Turan Karataş, İsa Yusuf Alptekin, Hüseyin Atlansoy, Cahit Koytak, Mustafa Armağan, Birhan Keskin, Adnan Özer, Kamil Eşfak Berki, Mehmet Ocaktan, Halil İbrahim Kaymak, Ali Şükrü Çoruk, Halim Kara, Mehmet Genç, Yüksel Peker, Musa Çağıl, Tahir Yücel, Lütfullah Göktaş, Mustafa Özel… Bilmem ki daha daha kimleri sayayım. En azından benim idrak ettiğim son otuz yılın kültür insanlarının nicesi bu mekandan geçti. Bu Türkiye’nin en az bir kanadının geçişi, fikir, sanat adına hafızanın dokunuşu demektir.
***
Cağaloğlu’nda, Çatalçeşme Sokak ile Yerebatan Caddesi’nin kesiştiği noktadaki Üretmen Han da o yıllarda şeklen bakımsızdı. Ne var ki bir ideale, bir işe koyulmak, toplumun kültürel ve siyasal gelişmesine gönül vermek, eleştirelliğin özgül ağırlığı içinde var olmanın paha biçilmez yüküne talip olmak tek başına yeterliydi. Ayrılıklar, kıskançlık ve gereksiz kavgalar bilinir, yokluk ve yoksulluk sosyal ve inanç tutumlarının incelikleriyle süzülürdü. Herkesin kalbinde, inanç ve hayat dilinde bir büyük umut ve yalınlık mayalanırdı. Pek çok şair ilk şiirini burada çıkan dergilerde gördü. İlk kitabın heyecanıyla omuzlarından terledi.
Bu mekan uzun süre Anadolu’nun şehre açılan yüzü de oldu. Sonra, başta Sezai Karakoç olmak üzere başat kişilikler ayrılmak zorunda kaldı. Küçük bürolardaki gözler büyüdü, iş alemine açıldı, parti ve siyaset ufku yanında sosyal ve ekonomik çarpımlar değişti, mekan özünden sıyrıldı, duvarlar ve merdivenlerin kabuğu kurudu, geçmiş gömlek gibi epridi, taşranın kaba dili kamu ve devlet lügatinde kılıç kuşandı. Üretmen Han’ı da bir otel fikrinin iştahlı sarmaşıkları sardı. Fakat, geçmiş, kültürel hafızanın bir sıcak yatağı olarak hala ters dönmüş duruyor orada.