Fikir mi polemik mi? Şiir mi hamaset mi?
Necip Fazıl Kısakürek’in ölümünün üzerinden otuz altı yıl geçti. Henüz on altı yaşındaydım onun ölüm haberini duyduğumda. Taşrada zihni meraktan kabaran bir gençtim. Eserinden önce efsanesi kulağıma çalınmıştı şairin. Necip Fazıl diye bir büyük adam vardı ve İdeologya Örgüsü adında bir kitap yazmıştı. İnsanlığı kurtaracak fikirler oradaydı. İnsanlık desen nice zamandır kurtuluş bekliyordu.
Taşranın kitaptan çok söylenti ile yaşamasına pek yakışan böylesi duyumların arasında bir süre ne yapacağınızı bilemezsiniz. Merak sizi kamçılar ama yokluk başınızdan bastırıp bunaltır. Gittiğim halk kütüphanesinde kitapları yoktu. İmdadıma tesadüf yetişti ve bir arkadaşımın abisinin terk edilmiş kitapları arasında O ve Ben ile karşılaştım. O ve Ben. Ben ve O. Necip Fazıl ve Ben. Ben ve Necip Fazıl. İlk okuduğum kitabı bu oldu şairin. Merakıma bir parmak bal böyle çalındı.
***
Lakin doyurulmamış hiçbir merak kendisini uçurumun kenarından çekip alamaz. Merak ki gökkuşağı gibidir böylesi durumlarda, peşinden koşarsınız ama bir tek renk halkasına kavuşamazsınız. Hele bir de, ülke dışı bir radyo kanalından tesadüfen ilk kez şiir ile karşılaşırsanız iyice bocalarsınız. Bulunduğum yer, Kıbrıs Bayrak Radyosu’nun kapsama alanındaydı ve işte yine beklenmedik bir yerden şairle/şiirle buluşmuştum. Asıl, kök bu karşılaşmaydı. Bekleyen şiirini öylesine etkili okumuşlardı ki günlerce tekrar yayınını beklemiştim. Kimdi bu çarpıcı adam!
Sonrası, İstanbul’a gelişimde nihayet Çile, toplu şiirlere kavuşma. Bütün kitapları neredeyse ezberleyerek okuma. Zaman ilerledikçe görüyordum ki devletin ve maarifin yok saydığı bir adam bütün aksiyonerliği ile hep öne çıkıyor hatta şiirini bile inkar ediyordu. Necip Fazıl’ı külliyat olarak okumanın bir genç beyinde koparacağı fırtınanın tesiri elbette büyük olur. O, geçtiği yerlerdeki iklimi hesap etmeden esen bir fırtınadır. Eğer okur Necip Fazıl’dan sıçrama yapıp başka dünyalara açılamazsa yıllarca orada takılıp kalır. Çünkü onda fikir sonunda polemik ve kavga donundan sıyrılamaz, şiir ise büyük davasının silahı olmaktan kurtulamaz. Bu döngü ister istemez kendi içinde bir çıkmaza bürünür. Ki zaten bu çıkmaz, onun fikir/ düşünce yanında şiire yaklaşımıyla yakından ilgilidir. Necip Fazıl şiiri, modern şiirin kültürle yoğrulan donanımcılığından uzaklaşarak sansualitenin örümcek ağına takılır. Düşünce sistematiği ise kendi yörüngesinin dışında karşılıksızdır. Hele güncel politika tarafından kullanma değeri yüksek maskı da buna eklendiğinde elde ne kalır? Elde ne kalmıştır?
***
Necip Fazıl Kısakürek’in siyasal tarih ve İslamcılık içinde kurucu bir aksiyoner olarak etkili bir yeri olabilir. Ancak bu yerin demokratik, çoğul toplum olma karşılığı bugün zayıftır. Şiirine gelince ilk dönem yazdıklarıyla büyük bir şair olduğu muhakkak. Fakat bugünkü şiirde poetik bir süreği var mı sorusu karşısında alacağımız cevap pek de olumlu olmaz.
Jakoben, İnönücü, katı devletçi paradigma ve bunların etrafında kurulan insafsız kültürel iktidar Necip Fazıl’a kulak vermek, onun dönüşüm ve düşünüşlerini değerli bulmak yerine her zaman olduğu gibi tek yönlü, acımasız hatta ahmakça tepkiler verdi. Onu rejimin düşmanı ilan etti. Bu tutum Necip Fazıl’ı kavga ve aksiyon alanına sıkıştırdı. Şüphesiz sanat ve düşünce tek başına yaratılır ama bir toplumun içine/ içinden doğar.
Necip Fazıl’ın şahsında açığa çıkan Türkiye’nin insan talihsizliğidir. Başında T.C. tacıyla dolaşan siyasi güç her yaratıcı değere taraf gözetmeksizin saldırır. Normal şartlarda verimleri dil ve toplum açısından büyük sıçrayışlar oluşturacak beyinlerin böylesi dar alanlara sıkıştırılması uzun vadede milletin kaybıdır. Bu kayıpların hesapları ne güç odakları tarafından verilmiş ne de N. Fazıl gibi dehaları kendi hizalarında görmenin hazzıyla coşan kitleler, gerçek kayıplarını hesap edememişlerdir.
Öte yandan onca şamataya rağmen mesela ortada objektif ve doyurucu bir Necip Fazıl biyografisi bile olmadığı gibi Türkiye politikacılığının ezberci ve pragmatist tavrı bugün de onu ‘kullanmaya’ devam etmektedir. Oysa o, kendi yarattığı çıkmaz ve çelişkileriyle de bir ilginç kişilik olmak yanında yaratıcılık katından erken düşmüş/düşürülmüş trajik bir varlıktır. Doğunun doymak bilmez insan öğütme iştahı onda tantana ve şaşaa altında bir kez daha güncellenir.