Çiçek açmış bir badem dalına yürümek
Fakat her şeyi bir badem ağacı allak bullak etti.
Sabahın erkeninde yine yürüyordum. Tatlı bahar soğuğu hafiften tenimi ısırıyor. Her yanda saklı bir buğulanma. Çapkın incir dalları körpe körpe tırnaklarını uç vermişler. Kediler ortalıkta yok. Köpekler keyfince üçer beşer gruplar halinde dalaşıyorlar. Onları her sabah doyurmaya meraklı o iki kadın torbalarını açmışlar köpekleri isimleri ile çağırıyorlar. “Arsız!” sen bekle, diyor kadın tiz sesiyle, demek ki birinin adı bu. Normal vakitte açıktan geçen ve pat pat sesler çıkaran balıkçı motorları gözükmüyorlar. Avlanma yasağı çoktan başladı mı yoksa? Çitlenbikler, böğürtlenler ve adını bilmediğim nice ot, bütün kış boyunca yapraklarını tutmaya çalışan defneler, baharı mağrurca karşılamaya hazırlanan manolyalar kendi hallerinde bir uyanış gerilimi içindeler. Bu halleriyle uzun sürmüş derin bir uykudan uyanmak ister gibiler. Az şey mi şimdi bunlar? Gözünü biraz olsun farklı açıp başını gökyüzüne başka amaçla kaldıran birisi için az şey mi?
***
İşte yine o iri cüsseli, saçı sakalı birbirine karışmış, giysilerinin zamanı sonsuza kadar eprimiş, donuk bakışlarında paslı bir kilit havası olan adamı da geçtim. Birkaç kez günaydın demeye kalkıştım, baktım, normal insan zamanının çok dışında bambaşka bir ses alemine çoktan gömülmüş. Belki saklı bir gülümseyişle seni gördüm, tanıdım, merhabanı da gönderdim demek yeterdi. Bu kez kendimi iki dudağımın arasında tuttum. Boş ahşap banka sırt üstü uzandım, bir insanın yapayalnızlığını sonuna kadar düşündüm. Hayır hayır ne bir ağacın tek başınalığı ne rüzgarın tek başına sürüklediği bulut ne sürüden ayrı düşmüş ördek yavrusu ne şu ne bu. Daha daha ileri gidemedim. Bedenimi gerebildiğim kadar sonuna kadar gerdim. Bir dakika, gözlerimi yumdum.
Yapabilseydim; insan algısı, idraki, zekâsı, duyma, yaşama, görme ve anlatma yetisi elverseydi şu yaşadığımız dünyada olup biten her ama her kötü şeyi, kökünü tespit edemediğim kara kaygılarımı bu bir dakikalık göz kapayışın içine toplar sonra da bir damla gözyaşı ile temizleyip çıkarırdım. Bu bir ferahlama mı yoksa taşınması daha zor bir yük mü getirirdi önemli değil.
Zıpladım. Denizden karaya doğru yayılan saklı sisi tüylerimde hissettim. Nice zamandır, kaç yıldır bu güzergâhta gidip geliyorum. Sabahın her mevsim ne kadar mahrem sırrı varsa şahit oldum desem hem abartı sayılır hem de doğru olmaz. Ancak yine de baharın fısıltısı bütün mevsimlerin dışında bambaşka bir tazeliğe sahip. İnsan olmamızın, bir idrak denizinde balık misali yüzüp durmamızın bir sebebi de belki budur.
Baktım ki yolum yine o incir ağacının altına çatmış. Her zamanki gibi iki kolumu sonuna kadar kaldırdım, ayak uçlarımda yükseldim. Sağ ve sol ellerimin ortasındaki üç parmağı dalın üzerinde birleştirmeye çalıştım. Çitlembiğe kümelenmiş serçelerden bir anlık medet umdum. İnsanın kolları böyle hallerde kanat olmak istiyor. Kim bilir belki böylesi kör ve saklı bir hafıza da vardı bedenlerimizde.
***
Fakat her şeyi bir badem ağacı allak bullak etti. Bütün cümlelerin yerini değiştirdi, baharın ürpertisini aşka çevirdi. Kışın yoğun karla devrilen ağaçların duvardan düşürdüğü taşlar ve kayan toprak yığının arasında inadına Orhan Veli’nin deyimiyle “gürültü ile açmış” bir badem ağacı bana kollarını açıverdi. Gel gel de faniliğin yüksek şiirini duy. Dalımı eğ de şu baygın çiçeğimi bir kere kokla. Bak çok sürmeyecek bu saltanat. Ya boynumu ayaz vurur ya çiçeğimi hoyrat rüzgâr uçurur. Dilersen dalımın özüne süzül. Sığ oraya. O özsunun içinde saklan. Yanımızdan geçen güneş vurgunu bir çift aşığa gülümseyelim. “Ne konuşkan bir badem dalı” dedim kendi kendime ve eğildim bütün hürmetimle öptüm onu. İçimdeki yeşerti, ürperti dolu yaşama şevki şimdilik ondan. Öylesine çiçek açmış bir badem dalından…