Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir
Başlıktaki ifade, bir fıkıh kaidesi. Namık Kemal’in “İstikbal” adlı makalesinde okumuştum. Şöyle:
“İstikbalimiz emindir. Çünkü ‘Kad tetegayyere’l-ahkâm bi- tebeddüli’l-ezmân’ kâide-yi fıkhiyyesi hükmünce âlemin her cihetinde zuhur eden âsâr-ı terakkiyâtı telâkkiye memur olduğumuz için bize göre maziye avdet veya hâlde tevakkuf câiz değildir.” (Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri 1, Dergah Yay, s. 40)
Belli ki Kemal, bu fıkhî kural gereğince, Müslümanların dünyadaki ilerlemelere ayak uyduracaklarını, dolayısıyla geleceğimizin güvende olduğunu düşünüyor. Geçmişe dönmek ya da hâlde kalmak caiz değildir, diyor… Ama aradan yaklaşık 150 yıl geçmiş, maalesef geri kalmışız!.. Demek ki, o fıkhî kurala uyulmamış!
Konuyu ayrıntılı biçimde ele alan bir isim de, Cemil Meriç’in “dönemin en uyanık, en şuurlu yazarlarından”, “daha sonraki dalkavukluklardan hiçbirine tevessül etme[yen]”, “haysiyetini idrak etmiş bir ilim adamı” diye takdim ettiği Celal Nuri İleri’dir. Yazacaklarımın daha iyi anlaşılabilmesi için okurlara, “Kültürden İrfana”daki “Tunuslu Hayrettin’den Celal Nuri’ye” başlıklı bölümü okumalarını tavsiye ederim.
***
İleri, “Medeniyet”, “Bazı İstifham Noktaları Yenilikler ve Eskilikler” (Türk İnkılâbı, s. 59 ve 115) ve “Lâ yünker tagayyürü’l-ahkâm bi-tagayyüri’l-ezmân” (Havâyic-i Kanûniyemiz, s. 108) başlıklı yazılarında bu meseleyi enine boyuna tartışır ve İslâm dünyasının geri kalışını “Müslüman fakihlerin, hükümlerin değişmez” olduğu zannına kapılıp “içtihat kapısını fiilen kapatmaları”na bağlar… Haklı eleştiriler yapmakla beraber, yer yer “reformist” bir dil kullanıyor! O nedenle dikkatli okumak lâzım! Meselâ Hristiyanlığın dünya işlerinden külliyen feragat ettiğini, Müslüman fıkıhçıların da bu yolu izlemeleri gerektiğini söylüyor ki, bence yanlış! Çünkü İslâm, Hristiyanlık gibi yalnızca vicdana hapsedilecek bir din değil. Ama bazı eleştirileri değerli!..
İleri’nin eleştirilerinin ana referansı, “hükümlerin değişebileceği”ne dair zikrettiğimiz fıkıh kaidesidir. Örnek olarak da, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve sairlerinin mevcut hükümleri yeterli görmeyip, yerine yeni hükümler vermelerini gösterir. Ancak sonrakiler, bu yolu izleyip çağın ihtiyaçları doğrultusunda hüküm vereceklerine, öncekilerin “içtihatlarıyla körü körüne âmil ol[up]”, “bir fetvaya zincirlenip kal[dıkları]” için İslâm dünyası ilerleyememiştir, der. (Türk İnkılabı, s. 63-64). Çünkü ona göre, bir asrın hükümleri, tüm zamanlara uygulanırsa, “hâl ve istikbal mazinin tahakkümü altında kalır” (Türk İnkılabı, s. 116), medeniyet statikleşir… İslâm dünyası işte bu nedenle “statik bir medeniyet”e dönüşmüş, ilerleyememiştir… Oysa “Hareketli olmayan her şey yok olmaya adaydır” (Türk İnkılabı, s. 63). Ve şunu ekler: “İmam-ı A’zam bugün dirilse, yalnız kendi içtihatlarına uyarak fetva veren sonraki âlimlere hem gülmesi, hem darılması gerekir.” (Türk İnkılabı, s. 63)
***
İleri, başka eleştiriler de yapıyor; meselâ İslâm’da bir ruhanîlik olmadığı hâlde, sonradan bir ulemâ tabakasının oluştuğunu, bunların gelişmeyi engellediğini, dinin estetik boyutunun ihmal edildiğini, Müslümanların geri kalmasında “saltanatlarının devamı için dini âlet eden müstebit hükümdarların ve onların uşağı ulemâ”nın da payları bulunduğunu söylüyor…
Hâsılı konu önemli, ama nazik! Sözü uzatmayayım. Tunuslu Hayrettin Paşa, “Akvemü’l-Mesâlik…”te Gazali’den “İslâm halife ve sultanları, minberde dahi itiraz edilmek isterler” cümlesini nakleder (En Emin Yol, s. 106). Bugünkü “ulema”nın önce buna uyması, kadın-erkek ilişkilerinden ziyade, İslâm âlemindeki yoksulluk, adaletsizlik, yolsuzluk, çatışma vb. başlıca sorunlara çözüm üretmesi beklenir!..