Yanlış hesap Bağdat’tan döner, Mr. İbadi!..
Mr. İbadi, Türkleri Irak’ta istemiyormuş. Amerika’dan biraderi gelmiş, Fransa’dan kuzeni, İngiltere’den dedesi, Rusya’dan da ebesi… Aile toplanmış. Topraklarında ‘ecnebi’ istemiyorlarmış! Öyle ya Irak’ın asıl sahipleri Mr. İbadi ve Batılı akrabaları! Türklerin Irak’la ne ilgisi olabilir ki?..
Bak Mr. İbadi, sana Irak’la ilgili hikâyemizi anlatayım... Amerikalı biraderin de dinlesin, Fransız kuzenin de, İngiliz deden de, eben de! Bak ‘Bay kukla’, sen yokken o şehirlerde dedelerimizin evleri vardı, Türk, Arap, Acem, Kürt, aynı mahallelerde oturduk. O sebeple Bağdat, bizim hikâyemizin kıymetli bir cüzüdür. Onun için “Ana gibi yâr Bağdat gibi diyâr olmaz” dedik. Bağdat, dilimizde ‘Darü’s-selâm’, “Medinetü’s-selâm’, “Behişt-âbâd’, ‘Burc-ı evliyâ’dır. Biz Bağdat deyince Hallac-ı Mansur’u, Abdulkadir-i Geylani’yi, Fuzuli’yi, Harun Reşit barışını, İmam-ı Azam adaletini, Cüneyd’in gözlerini, Halid’in zikrini, Binbir Gece Masallarını anarız… Kerbelâ şehitleri için söylenmiş nice mersiyemiz var. Sezai Karakoç dahi bir mısraında Bağdat, “…Kerbelâ şehitlerinin kanıdır, harcı” der. Sen bilmezsin, Süleyman Han, Bağdat’ı fethettikte, evvelâ Abdülkadir-i Geylanî hazretlerinin âsitânesine yüz sürdü. Sonra İmam-ı Azam hazretlerinin imaretinin yapılmasını buyurdu. Ardından Hz. Kassab Cömerd ve Musa Kazım’ın, cümle evliya ve dahi şühedâ-yı Kerbelâ’nın kabirlerini ziyaret etti. Amerikalı biraderin, yerle yeksân etmedi ve yağmalamadıysa, git de bir bak, İmam-ı Azam’ın türbesinde Sultan Murad’ın gümüş ve halis altından yaptırdığı kabr-i münevveri, kubbesi, şamdanları, buhurdanları duruyor mu? Şunu da bilesin; Hz. Abdülkadir Geylani ve İmam Musa Kazım türbelerini, Şeyh Şehabeddin-i Sühreverdî âsitanesini ve Kassab Cömerd-i Hazret-i Merd tekkesini atam Sultan Murad tamir ettirmiştir. Git, eteklerine yüz sür! Evliya Çelebi Seyahatname’sinde bir Bağdat Şehrengizi var, bak ne diyor: “Bu burc-ı evliyâ Bağdad’a her kim kec-nigâh etti/Bu çarh-ı tîre elbette yakıp hâr eyledi onu”. Yani bilesin ki, bu evliyalar şehrine kim yan gözle baktıysa, yanıp kül olmuştur!
Sana ve biraderine Bağdat’a dair birkaç beyit daha okuyayım. Dinle de, Bağdat bizim için ne kadar kıymetlidir, anla!.. Bağdatlı Ruhî der ki; “Bağdat sadeftir güheri dürr-i Necef’tir”; yani bize göre Bağdat deniz kabuğu, Hz. Ali de içindeki incidir. Fuzuli’yi duydun mu, hani şu Hilleli şair. Osmanlının âşıkları, onun Bağdat dolaylarında geçen Leylâ vü Mecnun mesnevîsiyle büyüdüler. Emrî diyor ki; “Mısr-ı kûyı ile ânın eşigi Bağdadının/Emriyâ iki gözüm Nil ü Fırat’ı ancak”; yani bizim için Bağdat, sevgilinin mahallesi, Mısır köyü, Nil ile Fırat da iki gözümüz gibidir. Bağdat, sevgilinin mahallesiyse “Âşığa Bağdat sorulmaz?” İki adımlık yer, yani “Âşığa Bağdat ırak değil!” Bir de İstanbul manisi var, dinle:
“Bağdat’a giden olsa
Arzuhal eden olsa
Bağdat seni yakarım
Yârime bir hâl olsa”
Hasılı Karakoç’un dediği gibi Bağdat, “hepimizin şehri”. Çünkü burada akrabalarımız, dostlarımız, hikâyemiz var… Bu şehirleri Türk, Kürt, Arap, Acem birlikte kurduk. Bağdat garının altını kazsan Mehmetçiklerin kemikleri çıkar! Çünkü I. Dünya Savaşı’nda “İngilizlerle çarpışıp şehit oldular ve oraya gömüldüler.” Onun için “ne Bağdat sadece Arabındır, ne Şam.”
Sor bakalım biraderlerine Bağdat’a dair hikâyeleri var mı? Sana, işkence yaptıkları ve öldürdükleri Iraklıların ve yıktıkları şehirlerin fotoğraflarından başka bir şey gösteremezler!
Söz uzadı, Bağdat Şehrengizi’ndeki şu mısrayı hiç unutma: “Buna [Bağdad’a] zulm eyleyen maksûde ermez, matlaba vâsıl” Velhasıl Mr. İbadi, yanlış hesap Bağdat’tan döner!..