Şehir şuuru

Geçen hafta, Üsküdar sahilindeki Şemsi Paşa Cami çevresinde başlatılan çalışmalar ve dış duvarlardaki çatlaklar nedeniyle, şehircilik ve mimarî konusunda tartışmalar tekrar alevlendi. Gerçekten hükûmetlerin başını ağrıtan bir meseledir bu inşaat tutkusu!.. Tanıl Bora’nın “İnşaat Ya Resulullah”ta yazdığı üzere, özellikle de muhafazakâr iktidarların yumuşak karnıdır. Eleştirilerin hedefinde, genelde muhafazakârlar olsa da, aslında bu “tahrip”te, sağcısı solcusuyla tüm iktidarların payı var!.. Onun için kabahati bir kesime yüklemek yerine, konuya daha geniş bir perspektiften bakarak, bizdeki şehir tahribatı ve zevk iflâsını konuşmak lâzım.

Tanpınar’ın dediği gibi “Her şehir değişir. Her şehrin münevveri, halkı, âşıkları bu değişmeden zaman zaman şikâyet ederler.”… Nitekim Baudelaire de “Kuğu”daki; “Eski Paris yok şimdi (bir şehrin şekli/Daha çabuk değişiyor, heyhat! Bir fâninin kalbinden)” mısralarında bundan yakınıyor. Bizim şehirlerimiz de değişti. Bunun en önemli sebeplerinden biri göç, diğeri ise ekonomik ve teknolojik taleplerdi. A. Haşim, “Müstakbel Mimarî” başlıklı yazısında; “Buharın keşfi, insanlık hayatında büyük bir tahavvül yapmıştı. Mavi deniz üzerinde büyük pervaneler gibi dolaşan yelkenli gemiler kanatlarını toplayıp öldüler…” diyerek buna işaret eder, sonra da Paris caddelerindeki “otomobil seli”ne bakıp, bu selin, ilkel ulaşım araçlarına göre yapılan şehirleri yıkacağını, yerine “bütün bir mahalleyi karnında toparlayan Amerikankârî, kırk elli katlı, binbir pencereli korkunç ve çıplak mik’abların (küplerin] yükseleceği[ni]…” belirtir. Haşim, büyük şair!..

***

Gelelim ekonomik sebeplere… Şehirlerin tahribinde bunun da payı var elbet! Tanpınar, “Yaklaşan Büyük Yıldönümü I” yazısında, Boğaziçi’nin ekonomik sebeplerle tahrip edilişine değiniyor:

“… Boğaziçi’ni zevkimiz namına bize kaybettiren tütün ve tekel depoları, küçük inşaat atölyeleri, o kömür depoları, cemiyetin bünyesi düşünülürse (…) bir zevk iflâsının neticeleridir. Ne Boğaz ve ne Haliç, bu tarzda ticaret ve sanayi kolaylığı için feda edilecek yerler değildir.”

Bir başka sebep, göç… Kanaatimce, -kimi hükümlerine katılmasam da- Doğan Kuban’ın “Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları”nda yaptığı tespitler önemli. Ona göre, İstanbul’u tahrip edenlerin çoğu, iş-aş bulmak için gelen, köyü şehre taşıyan, şehir kültürüne ve tarihine vakıf olmayan köylülerdi. Süleymaniye’deki konağından çıkıp Bâbıâli’ye giden üst düzey Osmanlı bürokratlarının hayat alanlarına bunlar yerleşti. Ama “Bu sosyal yapının ne Süleymaniye Külliyesi ne de Süleymaniye konağı ile kültürel ve duygusal ilişkisi vardı. Konaklar birer birer yandı, yıkıldı… Süleymaniye’nin çevresi otopark oldu…” (s. 236) Artık “Her şehre hüviyetini katan büyük şehirliler” de yok!..

***

Neticede, şehirlerimizde, tıpkı Tahsin Yücel’in “Gökdelen” romanındaki; İstanbul’un her yanını, üstelik aynı boy ve şekilde gökdelenlerle dolduran; hatta Sarayburnu’na “Özgürlük Anıtı”nın aynısını dikmeyi –ama annesinin heykeli olacak- kafasına koyan “müteahhit Temel Diker” gibi tipler türedi.

İtiraf edelim, tüm bunlar, toplumumuzda -dindar ve muhafazakâr kitlede de- bir şehir mefhumunun ve “erdemli şehir” şuurunun eksikliğine işaret ediyor. Bu eksiklikten doğan “türedi kentliler”e göre şehir, sadece bir rant/refah alanı olduğundan, tarihi ve tabiatı yıkmakta beis görmüyorlar. Oysa yıkarak ilerlenmez; çünkü “Yıkmak, yapmak için olsa dahi daima zararlıdır ve hakikî yapıcılık ilâve etmektir.” (Yaşadığım Gibi, s. 202).

Hâsılı, insanda şehir şuuru olmalı. Hele maziyle övünenler, şehrin mazisine daha çok sahip çıkmalı. Çünkü bir şehir “zenginliğini mazisinden alır.” Ama görünen “köy”, kılavuz karga!..

Hayırlı bayramlar!

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum