Organik edebiyat
Sanat, entelektüel bir etkinliktir. Çünkü özde hakikati, adaleti ve güzeli arar. Bu açıdan bakıldığında, sanatkârlar da Julien Benda’nın deyişiyle, dünyevî güçlerle ilişkiler kurup maddî avantajlar edinme kaygısıyla davranmayan, aksine ebedî hakikatlerin, adaletin ve güzelliğin bayraktarlığını yapan, kısaca güce değil “manevi avantajlara sahip olmaktan” haz duyan “Benim krallığım bu dünyanın krallığı değil” diyebilen kişilerdir (E. Said, Entelektüel, s. 23). Bu nedenle hakikat, adalet ve güzellik uğruna gerektiğinde her türlü iktidarla savaşmayı göze alırlar. Dolayısıyla hamurlarında uzlaşmaz ve eleştirel tavır vardır. Mağdurların ve mazlumların evrensel dilidirler çünkü. Bu ise onları eninde sonunda kaçınılmaz olarak iktidarlarla karşı karşıya getirir…
Ancak iktidar savaşları ve kapitalist düşünce, nasıl bilimi ve teknolojiyi kendini güçlendirmek, toplumu denetlemek için kullanmaya yöneldi ve “teknisyenini, ekonomi politik uzmanını, yeni bir kültürün, yeni bir hukuk sisteminin oluşturucuları…” (E. Said, Entelektüel, s. 23) olan organik entelektüelleri yarattı ise, sanatı da iktidarlar için bir simge üretme aracına indirgedi. Bu bağlamda bir kültürel endüstri piyasasından ve işi, bu piyasada iktidarlar için ücret karşılığında simgeler üretmek olan organik sanatkârlardan söz edebiliriz artık. Hele Türkiye gibi köklü kültürel reformlar yaşamış bir ülkede sanatın bu anlamda sık sık kullanılmadığını kim iddia edebilir ki!..
Bu; yani sanatın hakikat, adalet ve güzellik arayışından; mücadelesinden vazgeçip, dolayısıyla özerkliğini yitirip, iktidarlar için simgeler üreten bir endüstriyel faaliyete dönüşmesi, Türk sanatının modernleşme sürecinden beri en büyük sorunudur bence. Bunun sonucunda bugün dergi, gazete ve internet ağından oluşan bir ‘sanat piyasası’ ve bu piyasanın uzmanlaşmış, birbiriyle uzlaşmış kalemleri, eleştirmenleri ve reklamcıları var artık. Neticede sanat, bir güce tâbi olduğu için can damarlarını; uzlaşmaz ve eleştirel tavrını yitirmiş, vicdanî bir refleks olmaktan çıkıp profesyonel bir etkinliğe dönüşmüş görünüyor. Bu, kimi kez haksızlık karşısında susma, kimi kez de daha ileri düzeye vararak, haksızlıkları bile bile savunma, bir zümreye simgesel şiddet uygulama, dışlama biçiminde gösteriyor kendini. Türkiye’de dindar kesimlerin bir dönem bu tarz organik sanatın taarruzlarına muhatap olduklarını, mağdur edildiklerini ve ötelendiklerini, meşruiyetlerinin dahi sorgulandığını, kamusal alanlara girmekte zorlandıklarını kimse inkâr edemez.
Doğrusu, asıl söylemek istediğim şuydu: Tek Parti döneminden beri ‘organik sanat’ın egemenliğine, çeşitli baskılara, imkânların kısıtlılığına rağmen, Hareket, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat Dergisi, Mavera, Yedi İklim, Dergâh, Türk Edebiyatı, Yönelişler, Kayıtlar vb. dergilerde yaşayan diri bir mağduriyet, mazlumiyet, adalet ve hakikat dili vardı. Bu edebî atmosferde gerçek anlamda entelektüel bir tavır; diri ve dinç bir eleştirel duruş dikkati çekerdi. Oysa bugün, gerek medyası, gerek edebiyat dergileriyle tek tip, anonim, eleştirel bir tavır sergilemekten uzak; aksine uzlaşmacı, kendi dışına çıkamayan, toplumun, mağdurların sesi olamayan, büyük yayın şirketlerinde, devletin kurumlarında ‘uyuşarak’ palazlanmaya çalışan bir organik edebî zümre var karşımızda.
İnsan sormadan edemiyor: Ne oldu, dünyada mağduriyetler, mazlûmiyetler, adaletsizlikler ortadan mı kalktı? Ondan mı, yoksa maddî imkânların tadından mı bu rehavet?..
Geçmişte saygın ve soylu bir edebiyat çevresi vardı; ama şimdi “… çevreden değil, piyasadan söz etmek (…) pazarlıkta uyuşarak bir şeyler elde etmek zamanıdır.” (İ. Özel) İşte tam da bu nedenle, inandırıcılığını ve etkisini giderek yitiriyor bu ‘piyasa’da edebiyat!..