Müslüman şairler Kudüs’e nasıl bakar?
Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, İslâm dünyasında büyük bir infiale sebep oldu... Filistin, zaten Müslümanların kanayan yarasıydı, Kudüs ise, meselenin en can yakıcı noktası; çünkü Yahudiler ve Hristiyanlar kadar Müslümanların da kutsal saydıkları kadim bir şehir. Ama itiraf edelim, Kudüs’ün tarihini –Miraç ve Mescid-i Aksa dışında- çoğumuz yeterince bilmiyoruz, bilgilerimizin çoğu ise güncel siyaset bağlamında… Doğrusu basında da bu konuda genelde siyasal çatışmalara paralel bir popüler/hamasî söylem egemen.
Kudüs’e yönelik bu derinliksiz ve popüler bakış, maalesef “İslâmcı edebiyat”ta da görülüyor. Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu ve Arif Ay, Kudüs üzerine şiir yazan başlıca şairler. Ama Karakoç ve biraz Arif Ay hariç, hiçbirinin şiirine Kudüs’ün tarihi yansımamış, mekan olarak da sadece Mescid-i Aksa var. Şiirlerde Kudüs, genelde “işgal, savaş, Müslümanlara yapılan zulüm, direniş ve kurtuluş” temaları bağlamında dile getirilmiş. Meselâ, Akif İnan “Mescid-i Aksa” şiirinde; Kudüs’ün dilinden “Dayanamıyorum bu ayrılığa/ Kucaklasın beni İslâm…” mısralarında görüldüğü üzere, işgale ve kurtuluşa vurgu yapıyor. Zarifoğlu; “Beyrut’un gözyaşları şimdi/ Kudüs’ün yanıbaşında/ Müslümanlarsa uzakta”, Erdem Bayazıt; “Zincire vururuz Kudüs’ü”, Osman Sarı “Kan gölleri içinde şimdi Filistin gülleri/ Kapanmış Kudüs yolları bir hâl olmuş bize” mısralarıyla benzer bir söylemi sürdürüyor. “Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum” diyen Pakdil’in “Anneler ve Kudüs”ünde ise, gerek tarih ve gerek somut mekân olarak Kudüs yok!..
***
Oysa önce sormak gerekmez mi; bunca çatışma neden? Kudüs niçin paylaşılamıyor, niçin kutsal, bu şehrin tarihi nedir, kimler kurmuş, kimler yaşamış, Müslümanlar ya da Yahudi ve Hıristiyanlar için niçin değerli?.. Ben güncel siyasal söylemleri bir kenara bırakıp, bir hafta boyunca Kudüs’le ilgili elimdeki kitapları karıştırdım. Belki bir faydası olur diye, bu eserlerden bahsetmek istiyorum. Önce İslâm kaynaklarına baktım, kitaplığımda Hıfzî’nin “Tarih ü Fezâil-i Kuds-i Şerif”i vardı (haz. İbrahim Demirci, Atlas Yay.) onu okudum. Sonra “Tarih-i Taberi”’nin I. cildine göz attım. Simon Sebag Montefiore’nin “Kudüs, Bir Şehrin Biyografisi” (Pegasus Yay.) adlı kitabı, Kudüs’ü daha çok Yahudi kaynaklarından faydalanarak anlatan güzel bir şehir monografisiydi. Bu arada Gérard de Nerval’in “Doğuda Seyahat”inde, İstanbul’da bir kahvede dinlediği, Hz. Süleyman ile Saba Melikesi Belkıs arasında geçen bir olayın ve Süleyman Mabedi’nin yapılışının anlatıldığı ilginç bir hikâye metnini okudum. Sonuçta hikâye ama, Süleyman Mabedi’nin yapılışı, yapan usta –ismi Adorinam olarak veriliyor- ve işçiler, mabette kullanılan malzemeler hakkında yer yer tarihle örtüşen bilgileri içermesi bakımından önemliydi. Konuyla ilgilenenler için tavsiye edebileceğim bir de makale var: Eldar Hasanoğlu, “Tanah’a Göre Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci” (Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fak. Dergisi 24, 2015-2).
***
Bunlar arasında ilgimi çeken ilk eser, Hıfzî’nin, 1840’lı yıllarda basılan “Tarih ü Fezâil-i Kuds-i Şerif”iydi. Hıfzî, 1051(1641)’de Kudüs’e gitmiş, orada üç yıl kalmış, enbiya ve evliyanın kabirlerini ziyaret etmiş, kitabını İslami kaynaklardan, çeşitli tarih kitaplarından yararlanarak yazmış. Eserde, Kudüs’ün Hz. Musa’dan başlayarak Hz. Ömer’in fethine kadar tarihi, burada bulunan enbiya ve evliya kabirleri ve mabetler hakkında değerli bilgiler var. Doğrusu, sadece bu eseri okumak dahi, Kudüs’ün, Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlarca neden kutsal sayıldığını ve bugünkü çatışmaların sebeplerini kavramak için yeterliydi.
Haftaya bu eserlerden ve Kudüs’ün tarihinden bahsedeceğim…