Muhafazakâr endişe…
Muhafazakârlık, esas itibarıyla alışılmış düzenin; kurumların ve düşüncenin korunması demek… Avrupa’da siyasal ve sosyal düzenin, sırasıyla Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi ve Aydınlanma Hareketi sonucu sarsılıp değişmesi üzerine oluşan, korumacı/gelenekçi bir düşünce bu!.. Düzenin, otoritenin ve değerlerin sarsılmasının, bir kimlik kaybı ve istikrarsızlık yaratacağına dair endişeler var bu düşüncenin temelinde…
***
Şüphesiz, Fransız Devrimi’yle başlayan bu değişim, Tanzimat’tan sonra Türk toplumunu da kuşattı ve siyasal, sosyal, kültürel alanlarda derin izler bıraktı. Türk aydınları, terakki etme, asrîleşme, çağdaşlaşma vb. kavramlarla yapılan tartışmalarda temelde “modernist”ler ve “muhafazakâr”lar olmak üzere iki kutba ayrıldı. Muhafazakâr grubun bu değişime karşı endişeleri vardı. İslâmcı aydınlar, endişelerini; “Yeni dünya’da Müslüman kalarak yaşamak mümkün müdür?” sorusuyla dile getirdiler. Aynı soruyu İslâmcı olmamakla birlikte, pek çok “muhafazakâr” aydın da sordu. Meselâ Yahya Kemal’in “Ezansız Semtler” başlıklı yazısı, bu değişimden duyulan kaygıyı ifade ediyordu. Bu yazıdaki şu satırlar, -Âkif’ten Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Sezai Karakoç’a kadar- çoğu “İslâmcı” veya “milliyetçi” aydının ortak kaygısıydı:
“Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköyü, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı?”
Yahya Kemal’in endişesi, geleneksel şehir, kurum ve inançları yıkan bu büyük değişimin İslâm’a ve millî kimliğe ait değerleri unutturacağı idi. Nitekim bu endişesini; “O semtlerde ki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?” sözleriyle ifade etmiştir. Şüphesiz bu endişenin doğmasında, İslâmî ve millî hassasiyetler yanında Batı’nın İslâm ülkelerine yönelik “Avrupa-merkezci” ve “ötekileştirici” söylemleri de rol oynamıştır. Nitekim Ernest Renan’la başlayan “İslâm bilime ve ilerlemeye engeldir” iddiası bir “ötekileştirme” söylemidir ve Avrupa’da “İslamofobi”nin yayılmasında etkili olmuştur.
Ama bütün bu dayatma ve endişelere rağmen, muhafazakâr Türk aydınlarının hemen hepsi, bu “geri kalmışlık çemberi”nden kurtulmanın lüzumuna inanmıştır; yani onları bir “ilerleme karşıtı”, “mürteci” (!) olarak görmek mümkün değil! Nitekim Namık Kemal’in şu sözleri, o günden beri tüm “muhafazakâr” aydınların ortak kanaatidir:
“Ey ihvan-ı vatan nice bir bu zalâm-ı gaflet?.. (…) İdrakten mi kaldık? Biz de bir fen öğrenmeye çalışalım… Ellerimiz tutmaz mı oldu? Biz de yeni bir şey yapalım da meydana çıkaralım.” veya “Zamanımız durulacak zaman değil. Bütün cihan-ı insaniyet kemal-i şevk ü itâb ile tarîk-i terakkide kat’-ı mesâfâta başladı. (…) Âkil isek biz de bu yolda geri kalmamaya gayret edelim.”
***
Ancak gerek Avrupa-merkezci, gerek “ötekileştici” söylemler ve İslâm dünyasına karşı yapılan saldırılar, muhafazakâr endişeleri artırmış; hatta anti-modernist bir tepkiye yol açmıştır.
Hâsılı, Yahya Kemal’in yıllar önce sorduğu; “Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı?” sorusu, İslâm dünyasında hâlâ tartışılıyor ve farklı cevaplar öneriliyor. Meselâ, Tunuslu Hayrettin Paşa, “Akvemü’l-Mesâlik fî Marifeti Ahvâlü’l-Memâlik” (Büyüyen Ay Yayınları) adlı eserinde Müslüman kalarak ilerlemenin mümkün olduğunu savunmuştu. Aynı kanaatteyim; ama İsmet Özel’in itirazlarını da asla göz ardı edemem!..
Son söz, Hasan Aksakal’ın “Türk Muhafazakârlığı” adlı kitabı için. Yer yer iyi sorular, ama genelde muhafazakâr endişeleri/ tepkileri anlamaktan uzak ve magazinel bir dil! Maalesef!..