“Mabede bayağılar giremez!..”
İnsan niçin kitap okur? Kişiye ve ihtiyaca göre değişir kanaatimce. Meselâ kimileri bir sınavı başarmak veya günlük hayata dair bir pratiği öğrenmek için okur. Hayır böyle bir okuma değil kastım; daha derin ve sürekli bir arayıştan kaynaklanan okuma. Evreni, varlığı ve daha önemlisi kendini idrak etmeye yönelik bir okuma. Cemil Meriç’in dediği gibi “Her kitapta kendimizi okuruz” (Bu Ülke, s. 262), kendimizi ararız aslında. Hasılı bilgiden hikmete doğru giden bir okuma yolculuğundan söz ediyorum. Bence asıl okuma, sürekli bir yolculuk ve arayıştır; kendini arayış! Gönlüne hakikat aşkı düşen insan, bir kitaptan diğerine atlayarak sürdürür yolculuğunu. Ve bir ırmakta karşıya geçmek için bastığınız bir taştır âdeta her kitap… Ama taşlar hiç bitmeyecek! Her kitap, bir başka kitaba/ taşa götürecek sizi ve ırmağın karşısına hiç geçemeyecek, taştan taşa sekip duracaksınız. Her sekişte zihninize taze nefesler, yeni bilgiler, yeni yaşantılar dolacak. Her okuyuş başka bir iştiyakı doğuracak. Ama bir boşluk daima olacak. O boşluğu doldurmak, deyiş yerindeyse karşıya geçebilmek için başka taşlara basacak, sekecek sekeceksiniz… Yol hiç bitmeyecek, işte buldum diyemeyeceksiniz hiçbir zaman. Ama yaklaşacaksınız, işte bu diyeceksiniz, sizi alacak, kucaklayıp ırmağın derinliklerine çekip, dip sularda yıkayacak bazı kitaplar! Sonra?.. Sonra bırakacak, zihniniz kamaşmış bir hâlde tekrar su yüzüne çıkacaksınız. Başka taşlara basarak aramayı sürdüreceksiniz. Kaderinizdir artık bu: Okuma aşkına tutuldunuz!.. O hâlde okumak bir aşktır evvelâ, ödev değil!.. Evet tam da Meriç’in söylediği gibi: “Okumak, iki ruh arasında âşıkâne bir mülakattır.” (BÜ, s. 113); sizinle kitap arasında âşıkâne bir sohbet!
***
Eğer bir kitapla gerçekten dost-eş olmak istiyorsanız, kendinizi tümüyle ona vermeniz gerekiyor. Okurken, başka görüntüye kayarsa gözleriniz, küçük bir sese kabartırsanız kulağınızı, kitap kendini asla ele vermeyecektir; onun ruhuna ve kalbine dokunamayacaksınız. Çünkü kıskançtır, okurundan sadece kendisiyle ilgilenmesini ister. Aksi takdirde göğsünüze başını koymayacak, kalbini size açmayacaktır. Ne diyordu Meriç? “Her kitap, tılsımlı bir saray. Kapıları ilk gelene açılmaz.” İlk değil, seven olmak gerekiyor. Sevmek yetiyor mu? Hayır! Gerekiyor, ama yetmiyor. Ruhunuz, aklınız, fikriniz ve duygularınız, elinizdeki kitabın içeriğini anlayacak donanıma ve hassasiyete sahip olacak. Hasılı Meriç’in dediği gibi kitaplar herkese açmaz kapısını; “Bu ulular bezmine kabul edilmenin tek şartı, liyakat[tir]. Mabede bayağılar giremez. Diriler naziktir, ölümsüzler titiz. Gerçekten severseniz konuşurlar sizinle.” (BÜ, s. 109)
Peki her kitap güzel midir? Değildir elbet. İnsanın aradığı şeye göre değişir güzellik. İnsan aradığına göre seçmeli okuyacağı kitabı; ama seçmeli. Çünkü James Joyce’un dediği gibi; “Hayat kötü bir kitabı okumayacak kadar kısadır.” (Gözünü Kapat ve Gör, s. 23) Lakin nasıl ayırt edilir iyi kitap?.. Yine Meriç’e dönelim; “Güzel kitaplar, yazar için bir son, okuyucu için bir davettirler. Suallerimize cevap vermezler. Birtakım arzular uyandırırlar bizde, iştiyaklarımızı alevlendirirler.” (BÜ, s. 114). Yani insanın zihninde sıçramalar, çağrışımlar yaptıran, sorular sorduran, okuru kendine çeken kitap iyidir.
İnsan bir kere yola düşmeye görsün, her kitap bir basamak, okudukça yükselir, zihnen ve ruhen fildişi bir kuleye çıkar. Ve kopar; çünkü “Kitapların iyileri (…) daha zor beğenmeğe” götürür kişiyi (Fahim Bey ve Biz, s. 191).
Gerçekten de öyle değil mi; “insan iyi kitaplara kavuştuktan sonra, alelâde kimselerin sözlerine karşı müşkilpesend” davranmaya başlamıyor mu? (Fahim Bey ve Biz, s. 190-191)