‘Kâfî bir tez’ efendim, kâfî bir tez!..
Tahir Olgun, engin edep ve irfanıyla son devrin önemli âlimlerinden biriydi. Değerli hocam Prof. Dr. Cemal Kurnaz’ın hazırladığı Çilehâne Mektupları ve Şiir Açıklayan Mektuplar adlı eserleri okuyunca, onun engin irfanına mukabil günümüz Türk edebiyatının ilim, irfan ve üslûp bakımından ne kadar zayıfladığını bir kez daha gördüm. Eğer Yahya Kemal ve Tanpınar’ın ısrarla vurguladığı “kültürde süreklilik/ imtidâd” düşüncesi gerçekleşse; kadim şiir/ irfan, bir meşale gibi elden ele devredilse ve geliştirilerek sürdürülseydi, edebiyatımız bu kadar sığ olmazdı.
Tahir Olgun’un Şiir Açıklayan Mektuplar’ını işte bu duygularla okudum. Merhumun mektuplarından süzülen o engin irfan, nezih üslûp, kıvrak bir zekânın ürünü olan nükte ve hicivler, artık yok maalesef!
Bu mektuplardan anlaşılıyor ki, Ahmet Talat Onay Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar’ı hazırlarken, bazı beyit, kelime, terim ve tabirler hakkında Tahir Olgun’a birtakım sorular yöneltmiş, o da hocası Mehmet Esad Dede Efendi’nin vasiyeti gereği, bilgisini paylaşmaktan kaçmamış, bilmediği şeyler için “bilmiyorum demekten çekinme[miş]” (Şiir Açıklayan Mektuplar, s. 9) ve bu sorulara, kadim sözlüklerden faydalanarak, yer yer etimolojik bilgiler vererek, kimi kez de konuyla ve devrin çeşitli sosyal meseleleriyle ilgili fıkra, nükte ve hicivler naklederek cevap vermiştir. Meselâ bir mektubunda, “Gerçi şiir söylemek, inci delmek gibi güçse de, anlamak söylemekten daha iyidir” anlamına gelen “Şi’r goften gerçi dür suften buved/ Lîk fehmîden bih ez-goften buved” beytini zikrederek, “Keşke, sayısı pek fazla bulunan söyleyenlerimiz, kendi söylenecekleri yerde söylenmişleri anlamaya çalışsalardı.” (s. 24) der ki, bu, âdeta her eline kalem alanın seri üretim yaparcasına şiir ve hikâye yazdığı, lâkin anlayan ve dinleyenin mumla arandığı günümüz Türk edebiyatı için söylenmiş gibidir…
***
Mektuplarda pek çok fıkra da var. Meselâ merhum, Hayalî’nin bir beytinde geçen “kebkeb” (kevkeb) kelimesini açıklarken, bunun “yıldız” yanında “çivi”, “süvari, asker, kalabalık” anlamlarına geldiğini de söyledikten sonra şu fıkrayı anlatır:
Padişah, bir demirciyi çağırıp 3 gün içinde ordusunun atlarını nallayacak kadar kebkeb (çivi) hazırlamasını, aksi takdirde boynunu vurduracağını söyler. Bunun imkânsız olduğunu gören zavallı demirci, çaresiz dükkânında cellatları beklemeye başlar. Üçüncü gece dükkânın kapısı vurulur, padişah ölmüştür; tabutunu mıhlamak için “mismar”; yani çivi lazımdır. Bunun üzerine demirci şu beyti söyler:
“Kebkebi mismâra tebdil eyleyen Perverdigâr
Lâne-i murg-ı garibi kul yıkar Allah yapar” (s. 26)
Allah, nasıl kulun yıktığı garip kuşun yuvasını yaparsa, padişahın kebkeb (çivi) talep ve tehdidini “mismar”a (mıha, ölüme) çevirmeye de kadirdir. İşte irfan bu! Hem bilgi hem ahlâk. Mektuplarda en çok ilgimi çeken “tiryak, tiryakî” kelimesine dair verilen bilgilerdi. Nedim’in “Görün bu derdi ki tiryak-ı erbaayla tabib” mısraındaki “tiryak” (panzehir), Üstad’ın verdiği bilgiye göre, aslen Yunanca “tirya” ve “kae” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş. “Tirya”, zehirli haşerelerin sokmasına yararlı olan ilaç, “kae” ise içilen zehirli şeye karşı panzehir demekmiş (s. 66).
Yazıma merhumun Ferit Kam’dan naklettiği bir hicivle son vereyim. Ferit Bey, bazı tezlere “kâfî bir tez” dermiş (s. 145). Zekâya dayanan, müthiş bir hiciv!.. “Tez” kelimesinin sonuna “kef” harfini eklerseniz “tez[ek]” olur efendim!..
Cemal Kurnaz Hocamın eline sağlık! Beni de lütfen bu gevezeliklerimden dolayı mazur görün; merhumun naklettiği gibi “Her ki zahmî hored elbette figânî dâred”!.. Yaralı olan iniler, efendim, yaralı olan iniler!..