Her Müslüman ‘İslâmcı’, her Türk de ‘Türkçü’ olmaz!..

İslâmcılık, dinî literatürde olmayan, esas itibariyle İslâm’ı referans alan, ama Osmanlı’nın son döneminde doğmuş bir fikir hareketi. Hareketin asıl doğuş sebebi, Osmanlı Devleti’nin (İslâm âleminin) geri kalması ve parçalanma tehlikesidir; buna daha sonra sömürgeleştirilen bazı İslâm ülkelerindeki bağımsızlık hareketlerini de eklemek gerek… Kısaca modernizmle gelen yeni durum, kurum ve kavramlar, bazı Müslüman aydınları bu yeni durum/kurum ve kavramlara karşı, İslâmî referanslarla yorum ve çözümler üretmeye zorlamıştır… Neticede son iki yüz yılımız, millet, vatan, medeniyet, terakki gibi kavramları, eğitim sistemini, parlâmenter sistemi, meşvereti, meşrutiyeti, cumhuriyeti, kanun-ı esasîyi, hilâfeti, lâikliği tartışmakla geçti, geçiyor… Kısaca Müslüman aydınların önerdiği çözümler, yorumlar ve tepkiler, Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin şartlarından geçerek bugüne ulaştı, adına “İslâmcılık” denen bir fikir hareketi oluştu. Bu hareket, Cumhuriyet döneminde kendine, Milli Nizam Partisi’nde siyasal bir zemin buldu. Ayrıca sanat/edebiyat alanında gelişti. Bu bağlamda 1908’den sonra Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad, Cumhuriyet’ten sonra ise Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat Dergisi ve Mavera gibi dergiler, edebiyatımızda “İslâmcı poetika”nın öncüleri oldu…

***

Gelelim asıl meseleye… Bugünlerde gerek basında, gerekse sosyal medyada, “İslâmcı”lara yönelik eleştiriler yapılıyor… Meselâ bazı aydınlar, kast-ı mahsusa ile “siyasal İslâm” terimini kullanarak, bu durumun İslâm’ın özünü zedelediğini ileri sürüyor… Oysa İslâm, siyasî/sosyal konularla iç içe bir dindir; bundan dolayı pek çok Osmanlı aydını, meşveret, şûra, kanun-ı esasî, parlâmenter sistem, seçmen, başkanlık, hilâfet, millet, İslâm birliği vb. siyasî/sosyal konularda İslâmî referanslarla yorumlar yapmış, çözümler önermiştir. Bu konularla ilgili tartışmalar için İsmail Kara ve Mümtaz’er Türköne’nin eserlerine bakmak kâfi. Bir de bazı Müslümanlar var, dinî hassasiyetleri gereği, İslâmî literatürde böyle bir adlandırma olmadığı için “İslâmcı” sıfatına karşı çıkıyorlar!.. Hatta kimileri, bu adlandırmanın oryantalistler tarafından uydurulduğunu, “ittihad-ı İslâm” teriminin dahi ilk kez Batı’da ortaya çıktığını ileri sürüyor. Bunlar yanlış!.. Çünkü “ittihad-ı İslâm” terimini ilk kez 1869’da Namık Kemal kullandı. 1870’li yılların başında “Basiret”te bu konuda yazılar çıktı. Osmanlıda “İttihad-ı İslâm” adıyla basılan ilk kitap Esad Efendi’ye aittir (1873). Batılılar, bu terime karşı “Pan İslamisme”i 1875’te bizdeki “ittihad-ı İslâm” karşılığında kullanmaya başladılar. İlk kullananlardan biri, Armin Vambery idi (bkz. Der Islam in Neunzehnten Jahrhundert). Yani bu terimi Batılılardan almadık; tamamıyla “yerli”dir ve referansları da Kur’an ve hadistir. Ayrıca İslâmcı hareket tarihinde “ittihad-ı İslâm” konusunda zengin bir literatür vardır.

***

Şimdi “İslâmcı” sıfatına karşı çıkanlara sormak lâzım: Türk fikir tarihinde, siyasî ve sosyal sorunları İslâmî referanslarla yorumlayan düşünürleri, meselâ; Mehmet Âkif, Babanzade, Said Halim Paşa, H. Kazım Kadri, Mustafa Sabri Efendi, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve İsmet Özel’i hangi sıfatla adlandıracağız?.. Müslüman demek kâfi ise, Ziya Gökalp’le Âkif’i, Necip Fazıl’la Yahya Kemal’i birbirinden nasıl ayırt edeceğiz? Demek ki her Müslüman “İslâmcı”, her Türk de “Türkçü” olmaz. Bir Müslüman “İslâmcı” değilse İslâm’dan, Türk de “Türkçü” değilse “Türklükten” çıkmaz! Elinizdeki “iman ve ırk ölçer”leri bırakın da kendi düşünce geleneğinize ciddiyetle eğilin! Çünkü geleneksiz bir düşünce yaşayamaz!..

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum