Cemil Meriç, cins, sıkı ve sivil bir aydın!

Geçen hafta Ankara’da Anadolu İlahiyat Akademisi’nin konuğu idim. Her Cuma Müslüman bir düşünürü ele alıyorlar. Ben de bu bağlamda Cemil Meriç’i değerlendirmeye çalıştım. Kendilerine bu vesileyle teşekkür ediyorum. Bu yazı, o seminer çalışmasının küçük bir ürünüdür.

Cemil Meriç, Cumhuriyet devrinin önemli bir aydınıdır ve bunda hemen herkes hemfikirdir. Eserlerinde ileri sürdüğü fikirler, tahlil, tespit ve eleştiriler sarsıcı!.. Bunda elbette kendine has şiirsel ve heyecanlı üslûbunun da payı var!

Peki Türk fikir hayatında neden önemlidir Meriç? Onu inkılâp devrinin diğer aydınlarından farklı kılan ne? Kısa bir yazıda bunlara cevap vermek mümkün değil; ancak bazı önemli hususiyetlerini anlatmaya çalışacağım…

Evvelâ, 1916’dan 1939’a kadar Hatay’da yaşadı. Hatay, 1939’da Türkiye’ye katıldığı için Meriç, inkılâp devrindeki köklü reformlara ve kültürel kopuşlara maruz kalmadı. Osmanlı kaynaklarını rahatlıkla kullanabilecek bir eğitim aldı, 15 yaşında belli başlı divanları bitirmişti. Bunda Antakya Lisesindeki Ali İlmi Fani, Mesut Fani, Memduh Selim, Mahmut Ali gibi öğretmenlerinin de rolü vardır. Aldığı eğitim sayesinde, sık sık Osmanlı kaynaklarına başvurdu. Okurlarını İbn Haldun’dan başlayarak, Ahmet Cevdet Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Beşir Fuat, Ziya Paşa, Sadullah Paşa, Âli Paşa, Ali Suavi, Tunuslu Hayrettin Paşa, Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet, Tevfik Fikret, Babanzade Ahmet Naim, Sait Halim Paşa, Mehmet Âkif, Celal Nuri gibi aydınların eserleri arasında dolaştırdı… Bu eserlerde çağdaş kavramların Osmanlıdaki karşılıklarını ve medeniyetimizin çöküş sebeplerini aradı. En belirgin vasıflarından biri, Osmanlı kaynaklarına, önyargısız ve değerli bir kültürel miras olarak yönelmesidir… Bu tavrı Meriç’i inkılâp devrinin Osmanlı’yı inkâr eden “müstağrip aydın”larından ayırır. Nitekim bunu; “Osmanlıdan kopmadığım için inkılâp aydınlarına benzemiyorum.” (J 1, s. 44) cümlesiyle ifade etmiştir.

***

Meriç’in ikinci önemli vasfı, Batı kaynaklarını da vukufiyetle tahlil etmesidir. Bunda Antakya Lisesinde aldığı Fransızca eğitiminin büyük payı var, tabii Antuvan Efendi, Mösyö Moitiy, Bazantay gibi hocaların da… Fransızcaya hâkimiyeti sayesinde sık sık Batı kaynaklarına başvurmuş, okurlarına ansiklopediler, sözlükler, sosyoloji ve felsefe eserleri arasında mukayeseli gezintiler yaptırmıştır… Ancak bunları asla ilmihal gibi ezberlememiş veya teslimiyetle okumamış, çağdaş toplumları inşa eden kavramların Batı’daki macerasına dikkatle eğilmiştir. “Yasak bölge tanımayan bir tecessüs[tü]” ve her ışığa açıktı… Her şeye şüpheyle baktı, düşüncenin şüpheyle başladığına inanıyordu (J 2, s. 196).

Asıl vasfı münekkitlik! Çünkü “Aydın, toplumun vicdanıdır” (Kİ, s. 475) ve “Suçluyu affeden hakim, kendini mahkum etmiş olur” (ÜU, s.310). Tenkitçinin görevi, “edebiyat kiliselerinin bilgisizliğine son vermek” ve “edebiyat cumhuriyetinde inzibatı sağlamak[tır]” ona göre (M, s. 245). Hiçbir kiliseye bağlı değil, aydınların bir zümrenin emir kulu olmasına şiddetle karşı. Bu itibarla sağa da, sola da, Müslüman aydın zümresine de sıcak bakmamış ve sert eleştiriler yöneltmiştir.

İstikameti “Kültürden İrfana” doğruydu, ama ortada dahil olabileceği düzeyli bir Müslüman entelektüel zümre yoktu. Belki de kendine uygun bir aydın zümre bulamadığı için kitaplara kapandı, daima yalnız kaldı, “yalnızım ve diyaloga ihtiyacım var” (J2: 229) diye feryat etti!..

En önemlisi, tarihi de toplumu da tersinden okuyan, cins, sıkı ve elbette sivil “mustarip bir aydın” olmasıdır.

İslâm dünyasının geri kalış sebeplerinden biri de bu tür sivil aydınları çoğaltamaması, aksine obskürantizmde boğmasıdır…

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum