Bekir, Dilber, Uraz, Mave, Yazgı ve Nefer... Birbirinden farklılar ama ortak hisleri yalnızlık. Mutlu ve huzurlu bir hayat arayışındalar. Canan Akyüz, ‘Elemge’ adlı romanında bu kişilerin derdini öyle güzel kaleme almış ki... Cümleler duygularla süslü, karakterler derin, hikâyeler kuvvetli bir hissin tezahürü.
İNCİ DÖNDAŞ / İSTANBUL
Türk edebiyatı yeni bir yazar kazandı. Sosyoloji bölümünü bitiren Canan Akyüz, ‘Elemge’ adlı ilk romanıyla edebiyat dünyasına girdi. Daha önce çeşitli dergilerde öyküleri yayımlanan 32 yaşındaki Akyüz, romanında altı farklı karakteri anlatıyor. Bu karakterlerin dünyasında arka mahallelerde çürüyüp giden hayatlar, öldürmek üzere eğitilmiş köpekler, anasız babasız büyüyen çocuklar ve cinayetler var. Özellikle Mave ve Yazgı’nın anlatıldığı bölümlerdeki duygu tasvirleri harika. İki karakterin de tüm zayıflıkları, duygusal iniş çıkışları, pişmanlıkları Akyüz tarafından öyle iyi kaleme alınmış ki...
* 88 sayfalık bir romana altı kişinin öyküsünü nasıl tüm duygularıyla sığdırmayı başardınız?
Metni yazarken benim için en önemli şey buydu sanırım. Hepimizin içindeki temel duyguları birçok farklı hayatın içinde anlatmak istedim. Mesela benim en önemsediğim his yalnızlıktı. Karakterlerin hepsi yalnızlığı tanıyor ama her birinin hikâyesi bambaşka. Okur da anlatılan şeyin yalnızlık olduğunu biliyor çünkü o duyguyu herkes bilir.
* Köpek dövüşlerini neden işleme ihtiyacı duydunuz?
Köpeklerin hikâyeye girişi karakterlerin biri sayesinde oldu. Uraz, para kazanmak için buldu köpeklerini aslında ama sonunda onlar da hikâyenin ana parçalarından birine dönüştü. Doğaları gereği konuşamayan ama varlıklarını hissettiren ve diğerleri gibi başkalarının etkisi altında kalmış karakterler oldular.
* Kitapta hem erkek hem kadın karakterler var. Ama siz hepsine eşit mesafede durmuşsunuz, cinsiyetsiz yaklaşmışsınız. Bu bilinçli yaptığınız bir şey mi, neden böyle bir anlatımı seçtiniz?
Açıkçası bu konuda kaygılarım vardı. Elimden geldiğince her karakterin kendini anlatmasını sağlamaya çalıştım. Bir erkeğin, bir kadının, bir çocuğun ya da yaşlı bir adamın ne hissedeceğini anlamaya çalışarak yazmak istedim. Fakat yine de, öznel bir şekilde metni eleştirmem gerekirse, kadın karakterlerin okuyucuya daha çok duygu geçirdiğini söyleyebilirim. En azından şu ana kadar aldığım yorumlar böyle.
* Diliniz duygusal ama anlattığınız bazı duygular çok sert.
Bir duygu bizim için ne kadar kuvvetliyse verdiğimiz tepki de o kadar yoğun oluyor. Mutluluktan attığımız kahkaha, öfkeden ettiğimiz küfür, üzüntüden döktüğümüz gözyaşı ve korkudan ettiğimiz dua arasında bir bağ var. Hepsi kuvvetli bir hissin tezahürü. Bu yüzden karakter bir duygudan ne kadar etkileniyorsa o kadar güçlü bir tepki verdi.
* Bu romandaki insanlar nerede yaşıyor? Size bu hikâyeyi anlatmak için neler ilham verdi?
Bu insanlar her yerde yaşıyorlar diyebilirim. Hatta bana ilham veren şey de bu oldu. Birçoğumuz bizi kısıtlayan ya da koruyan çemberler içinde yaşadığımıza inanıyoruz. Hâlbuki hayata ve çevreye pamuk ipliğiyle bağlıyız. Bizi birbirimizden ayıran şeyler çok kırılgan.
* Huzur ve mutluluk arayan bu insanları birbirine bağlarken, kurguda nasıl bir yol izlediniz?
Kurgu kendiliğinden oluştu. Aslında her biri tek başına hikâye olabilecek durumdaydı fakat yazılış süreçleri benim için birbirine bağlı oldu. Önce Mave’yi yazmıştım. Onu bitirince Uraz’ı da anlatmak istedim. Onu anlatınca Nefer’den de bahsetmem gerekti. Sonunda birbirine bağlanmış altı kişi ve hepsinin hayatına değen yedinci bir kişi oldu.
* ‘Kader’ romandaki temel bir unsur. Her şeyi sonunda oraya bağlama ihtiyacını neden hissettiniz?
Hayatın bize dayattığı ya da kolay yol olarak sunduğu gerçeklerden kaçmak herkese nasip olmuyor. Ayrıca bir Ortadoğu ülkesinde, savaşın içine doğmuş olmak ve bir İngiliz soylusu olarak doğmuş olmak arasında akıl sır erdiremediğimiz, yok sayamayacağımız bir fark var. Buna kader diyorum çünkü insan derdini sadece bildiği kelimelerle anlatabiliyor. İnsan, birçok şeyin iradesi dışında geliştiği bir dönemle başlıyor hayata. Bu yüzden kahramanlarımın hikâyelerinin temeline çocukluklarını yerleştirdim. Çocukluk, hayatın size direttiklerine karşı koyamadığınız bir dönem.
BUNDAN SONRA YAZACAKLARIM İÇİN ENDİŞELENİYORUM
* İlk romanınız, okuyunca neler hissettiniz?
Kitabı elime aldığımda neler hissedebileceğime dair bazı öngörülerim vardı. Muhtemelen çok heyecanlanacaktım, elbette çok sevinecektim. Fakat bu kadar kuvvetli olabileceğini tahmin etmediğim bir duygu, beni ters köşeye yatırdı diyebilirim. Tuhaf bir kaygı hissettim. Mahreminiz olarak bildiğiniz şeyi, beyaz kâğıtlara yazıp birkaç kişiyle paylaşmak ve kitap sayfalarında okuyup raflara koymak arasında dağlar kadar fark varmış.
* Bu arada kitapla ilgili yorumlar çok olumlu, edebiyatın yeni bir kalem kazandığı belirtiliyor. Neler hissediyorsunuz, bu size nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Olumlu yorumları duymak karman çorman hissettiriyor. Çok mutlu oluyorum. Ne hissettiklerini, okuyunca ne hayal ettiklerini dinlemek istiyorum uzun uzun. Bu, işin keyifli tarafı. Ama bir yandan, sorumluluk diyerek kastettiğiniz şeyi de anlıyorum. O kısım biraz daha ürkütücü. Bundan sonra yazacaklarım için endişeleniyorum elbette. Umarım anlatmak istediğim insanları ve onların hikâyelerini paylaşmak için başka şanslarım da olur.