Atsız’ın Orhun dergisine tıpkıbasım
Günümüzde devlet kütüphânelerinde dahi dergilerin eksiksiz bir takımını bulmak neredeyse imkânsızdır. Dergiler üzerine çalışan tarihçilerimiz ve tıpkı basımları yapılan dergiler ise çok az sayıda. Ötüken Neşriyât, Nihal Atsız’ın vaktinde tamamını bir türlü bulamadığım Orhun dergisinin tıpkı basımını ilgilisine sundu. 1933 ile 1944 yılları arasındaki Türkçü sağın hâl ü keyfiyyetini merâk edenler için emsâlsiz bir kaynak niteliğindeki dergi, her münevverin kitaplığına mutlaka girmeli.
Bizde edebiyat ve siyasî mahfillerde hep dergicilik esâs alınmıştır, bu yüzden de edebiyat ve siyaset tarihimizin en sıhhatli okumalarının dergiler üzerinden yapılacağı kanısındayım. Ancak, devlet kütüphânelerinde dahi dergilerin eksiksiz bir takımını bulmak neredeyse imkânsızdır. Dergiler üzerine çalışan tarihçilerimizi ve tıpkı basımları yapılan dergileri sorarsanız da, çok az sayıda olduklarını söylerim. Bir ara ‘sağcı dergilerde yazan solcular, solcu dergilerde yazan sağcılar’ araştırmasını yaparken Nihal Atsız’ın Orhun dergisinin peşine düştüğümü, ama bir türlü tamamını bulamadığımı anımsıyorum. Bu yüzden Ötüken Neşriyât’ın Orhun dergisinin tıpkı basımını yapması benim için yaman bir sürpriz oldu. Birkaç gün boyunca elimden bırakamadığın dergi ‘33 ile ‘44 arasındaki Türkçü sağın hâl ü keyfiyyetini merâk edenler için emsâlsiz bir kaynak, her münevverin kitaplığına mutlaka girmelidir. Bu arada işin merâklıları için de bir hurde teferruatı not düşeyim: Aslında yıllar evvel Göktürk Ömer Çakır’ın ve Oğuzhan Murat Öztürk’ün akıllarına Orhun’un tıpkı basımını yapmak düşmüş, o vakitler Ötüken’de olmadıklarından bu işe kimseyi ikna edememişler, çünkü piyasada Ertuğrul Alpay gibi ‘yenilikçi’ ve ‘cin fikirli’ bir patron yokmuş. Bizimkiler Ötüken’e girince, düşüncelerini hemen Ertuğrul Alpay’a açmışlar, o da tereddütsüz kabul etmiş. Şimdi bu üç isme ne kadar teşekkür etsek, azdır.
ATA SPORUMUZA MERAKLI OLANLARA BAŞUCU ESERİ
Yarım asra yakın bir süredir insanları ‘sağcı’ ve ‘solcu’ diye ayırmıyorum, bu ayrımın Soğuk Savaş’ın bir dayatması olduğunun epeyce erken farkına varmıştım. Ben insanları sadece hayvanları ve kitapları sevip sevmediklerine göre ayırıyorum. Hayvanları sevmeyeni sevmiyorum, onlardan kaçıyorum, kitapsız veya hayvansız evlereyse girmiyorum. Oğuzhan Murat Öztürk’ün hayvan sevgisini ifâde etmede kelimeler yetersiz kalabilir. Onu bu yüzden kardeşimmiş gibi seviyorum, bir de güreşi bizlere unutturmadığı için. Oğuzhan en son İsmail Habib Sevük’ün ‘Türk Güreşi’ni Ötüken Neşriyât için yayına hazırladı, inanın Oğuzhan ve Kemal Ateş olmasa hepimiz ata sporumuzu unutmuş olurduk. Güreşe merâklı biri olarak söylüyorum, ‘Türk Güreşi’ harika bir kitap. Günlerce dönüp dönüp okudum, çok şey de öğrendim. Sizin de ‘Türk Güreşi’ni seveceğinizden eminim...
HAYDAR ERGÜLEN’İN ‘DALGINLIK SULARI’NI ANLATTIĞI SATIRLAR
Kadim dostum Haydar Ergülen nasıl çalışkan bir adamdır, hayret ediyorum, onun ve Enis Batur için ‘yazı makinesi’ ifâdesini kullanmam dahi kifâyetsizdir, galiba hiç ‘uyumadan’ yazıyorlar. Hayatta kıskançlık gibi duygularım olmamıştır ama bu iki ismi kıskanmamak ne mümkün! Haydar şimdi de karşıma İthaki Yayınları’ndan ‘Yel Yepelek’ kitabıyla çıktı. Ben dağları seven birisiyim, denizsiz bir şehirde yaşayamasam da denize gitmektense dağlara gitmeyi tercih ederim. Muhtemelen denizle en sıkı ilişkim, Jules Verne’in, Daniel Defoe’nin, Herman Melville’in, Joseph Conrad’ın, Halikarnas Balıkçısı’nın ve Paul Gallico’nun kitaplarıyla olmuştur. Birkaç gündür Haydar ‘Yel Yepelek’ ile beni denizle boğuşturdu. Yine de açık denizde olmaktansa okyanusta bir adada olmak isterim, arkadaşım “Adanın yalnızlığı sulardan değil, topraktan” demez mi, bittim. Adaların tam da tanımı budur. Deniz için de ‘dalgınlık suları’ ifâdesini kullanıyor, bu da bana sinema tarihinin en iyi ikinci filmi saydığım, birinci sıraya ‘Umberto D’yi yazarım, ‘400 Darbe’nin son sekansını yeniden yaşattı. Ben tatile çıkan birisi değilim, çünkü her gün beslediğim çok sayıda kedi var, ayrıca İstanbul’u yirmi dört saat yaşamayı da çok seviyorum, ama ‘Yel Yepelek’ ile şehir içinde âdeta ‘tatile çıktım’, siz de tatile mi gideceksiniz, Haydar’ın kitabını mutlaka çantanıza atın, bir gününüzdeki tatil hissini eminim üçe dörde katlayacaktır.
GİRESUN’DAN HARİKA BİR ŞEHİR KİTABI
Biliyorsunuz, şehir kitaplarının meftûnuyum, imkânlarım dahilinde de toplayıp okumaya çalışıyorum. Şehirlere dair kitaplarda sözel tarih çalışmalarını arşiv belgeleri kadar önemsiyorum, hatta çoğu defa yaşayanların anılarındaki şehri arşiv belgelerindeki kayıtlardan dahi değerli bulduğum olmuştur. Bunun harika bir örneği Giresun Belediyesi Kültür Yayınları’ndan geldi, Mustafa Bakırcı’nın yayına hazırladığı üç ciltlik ‘Giresun’un Sözlü Tarihi, Cumhuriyet Döneminde Şehir ve İnsan’, emsâlsiz bir çalışma. Çok beğendim, başta Ahmet Zeki Pamuk olmak üzere bütün Giresunlu dostlarıma hararetle öneriyorum. Giresunlu değilseniz de, üç cildi devirdiğinizde şehri orada doğup büyüyenler kadar iyi bildiğinize şaşacaksınız. Şehir kültürü tarihimize katkıları için Mustafa Bakırcı’yı ve Giresun Belediyesi’ni kutluyorum.
Orhun dergisi, ilk olarak Atsız’ın Edirne Lisesinde öğretmenlik yaptığı dönemde, 5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934 tarihleri arasında 9 sayı olarak yayımlandıktan sonra giriştiği polemikler sebebiyle kapatıldı. Boğaziçi Lisesindeki öğretmenliği döneminde, ise 1 Ekim 1943-1 Nisan 1944 tarihleri arasında 7 sayı olarak yayımlandı.
ANALAR BABALAR İDDİALI ÇOCUK YAYINLARINI ATLAMASIN!
Geldik, Ayşegül Karayama’ya: Bu kız nasıl çalışkan, nasıl da fark yaratıyor, bilemezsiniz! Onu tanımıyorsanız, söyleyeyim, Ötüken Neşriyât’ın çocuk kitaplarının editörü. Bende nedense hep ‘çizgi roman kahramanı’ hissini uyandırmıştır, Ötüken’i kısa sürede çocuk kitaplarında en iddialı yayınevlerinden biri yaptı, son işlerine bir bakın: ‘Leo ve Coco’, ‘Ayağına Diken Batan Serçe’, ‘Lakto’nun Sütten Yoğurda Yolculuğu’ ve ‘Bir Kavanoz Kelebek’. Bilhassa ‘Leo ve Coco’ kitabını her ana babaya öneririm. Kitabın yazarı Klinik Psikolog Cansu Milcan, resimleyense Ebru Canlı. Konusuysa ‘gök gürültüsü ve karanlık korkusu’, Cansu Milcan’ı tebrik ediyorum, bir korku ancak bu kadar sevimli hâle dönüştürülebilirdi. Kitabın 39’uncu sayfasında kucağında Leo ile resimlenen kızı Ayşegül sanmıştım, ama değilmiş, meğerse kitabın yazarı Cansu Milcan’mış. Ayşegül ise, meşhûr F. Oğan Kandemiroğlu’nun resimlediği ‘Bozkurtların Ölümü’nün ikinci albümündeki Fu-lin’miş. Yeri gelmişken söyleyeyim: ‘Bozkurtların Ölümü’nün ikinci albümü de çıktı, bitmeden edinin. Birkaç yıl sonra sınırlı sayıda basılan bu çizgi romanı sahhaflardan almaya inanın paranın paranız yetmeyecektir.