Erdoğan’ın kurtuluş savaşı
Cumhurbaşkanı Erdoğan yirmi yıllık iktidar müddetinde ilk defa “mandacı iktisatçılar”dan bahsetti. Zihninde böyle bir kavram varsa niye şimdiye kadar hiç söylemedi?.. Yoksa “mandacı iktisatçı”lar şu son bir hafta içinde falan mı zuhur ettiler?
Bu kavramı Beştepe’deki “eski solcu” iktisatçıların önerdiğini, Erdoğan’ın da hemen benimsediğini sanıyorum.
1930’lardaki Üçüncü Dünya solcusu Kadro dergisini hatırlatan söylemler bunlar.
Bugün madem ki Erdoğan “iktisadi kurtuluş savaşı” veriyor, öyleyse hem ekonomimizi yıkmak isteyen “dış güçler” olmalı, hem Türkiye’nin ekonomisini değil, onları savunan “mandacı iktisatçılar” olmalı, değil mi?
Zaten Erdoğan da “küresel finans çevrelerinin ülkemizi bunca zamandır ekonomik boyundurukları altında tutanlar ve onların içerideki tetikçileri”nden bahsediyor.
Biz gazetecilere düşen de, bunların ne anlama geldiğini kavramaya ve anlatmaya çalışmak…
KÜRESEL SERMAYE
Evvela şu “küresel finans çevreleri” nedir? Bunlar hem ülkemize düşmanlık ediyorlar, hem de Erdoğan’ın övünerek söylediği gibi ülkemize “17 yılda 220 milyar dolar doğrudan yatırım” yapmışlar nedense?
Şimdi kendi yatırımlarını batırmak için saldırıyor olabilirler mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha bir buçuk ay evvel Adana toplantısında “Küresel sermayenin ülkemize yönelik ilgisi ve yatırım iştahı, salgın şartlarına rağmen, hamdolsun günden güne artıyor” diye müjdeliyordu. (9 Ekim 2021)
Bu iyi ise, “dış güçler” ve “mandacı iktisatçılar” ne demek oluyor?..
Bu kötü ise, Erdoğan niye “hamdolsun” diyerek müjdeliyor?
Peki küresel sermaye Türkiye’ye kredi verirken yüksek faiz istemiyor mu?.. İstiyor ama bunun sebebi Türkiye’nin risk priminin yanlış politikalar yüzünden yükselmiş olmasıdır.
Bunun uyarısını mesela Prof. Şevket Pamuk yedi yıl önce yapmıştı; kurumların Ak Parti tarafından bozulduğunu, verimlilik artmadan büyüme politikasının yürümeyeceğini söylemişti. (WSJ, 10 Mart 2014)
GÜVEN SORUNU
Kamu kurumlarının liyakati bir tarafa atıp “bizden” tercihiyle yapılandırılması bozulmanın önemli bir işaretiydi.
Ecevit’in başbakanlığı döneminde 2001 reformlarının mimarı olan iktisatçı Kemal Derviş, AK Parti’nin 2002-2007 dönemini övüyor, Ali Babacan’dan takdirle bahsediyor ama sonraki bozulmayı da Cansu Çamlıbel’e şöyle anlatıyordu:
“Güven çok azaldı. Yatırım her şeyden önce bir güven meselesidir. Bütün ekonomiyi düzenleyen ve denetleyen kurumların herkese eşit mesafede durması, bu güven için çok önemli. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, BDDK gibi kuruluşların özerkliği çok önemli…Bu denge bozuldu” (5 Nisan 2015)
Oralardan Merkez Bankası’nın bugünkü “laf dinler” hale gelmesine ve doların 2014’teki 2-3 lira seviyesinde bugün 12 lira olması, Türk Lirasının bu vahim erimesi bu vahim erime, ekonomimizin 6-7 yıllık hazin tarihçesidir.
İktisat politikalarının ekonomik rasyonalizme değil seçimlere göre ayarlanması, kurumların liyakate göre değil sadakati göre yapılandırılması yatırım güvenliğini sarstı. CB sisteminde hukuk güvensizliği ve yatırım ortamı güvensizliği zirve yaptı, ekonomi de dip yaptı.
Cumhurbaşkanı’nın CB sisteminin verdiği yetkilerle, Merkez Bankası’na yaptığı her atama, bankanın bağımsızlığına güvenini sarstığı için Türkiye’nin risk primini arttırdı. (Bloomberg, 14 Ekim 2021)
Böylece “en faizci” birkaç ülkeden biri olduk!
VATANIMIZIN GELECEĞİ
Merkez Bankası’nın bağımsızlığını, gerektiğinde faizi yükselterek enflasyonla mücadelenin baş hedef olmasını savunan iktisatçılara Sayın Erdoğan “mandacı iktisatçılar” diyor. Kendisi düşük faiz ve yüksek kurla ihracatı arttırarak kalkınmayı savunuyor.
Halbuki TL’nin 1 cent’in bile altına düşmesi hem mallarımızın çok ucuza ihraç edilmesine yol açıyor… Hem Türkiye’nin en değerli iktisadi varlıklarından Garanti Bankası örneğinde görüldüğü, gibi 2 cent değerindeki hisseyi 1 cent’e “dış güçler”in satın almasını mümkün hale getiriyor…
Görülüyor ki, iktisadi konuları iktisat ilminin kavramlarıyla konuşmalıyız. Dış güçler, saldırı, tuzak, kurtuluş savaşı gibi siyasi ve hamasi sözler ekonomik rasyonalizmin kaybolmasına yol açıyor, sorunlarımızı çözmüyor, aksine ağırlaştırıyor.
Bu gerçek gözler önünde.
Netice: Vatanımızın geleceği bilimde ve hukuktadır